Dünya ve Mars
(Kaynak: NASA/Wikipedia)
Marsa iniş zor… Marsta yaşamak ise, muhtemelen, çok daha zor olacak… !
Birçok uzay meraklısının, Marsa gitmek üzere sırt çantasını toplamakta olduğu bugünlerde, Marsa ulaşmanın ve orada yaşamanın-sanıldığı kadar-kolay olmayacağını söyleyen yazılar da peşpeşe yayımlanmakta…
Earthsky.org’da 6 Aralık 2016 tarihinde yayımlanan bir yazıda Marsa inişin zorluğuna (tekrar) dikkat çekildi…
Bu sitede de birçok defa vurgulandığı üzere, Marsa inişin temel zorluğu atmosferinin çok ince olması… Marsın atmosfer basıncı (diğer bir ifadeyle atmosfer yoğunluğu) Dünyadakinin yüzde biri kadar… Kısaca, uzay araçlarını inişte frenleyecek hava sürtünmesi çok yetersiz… Bu sebeple, paraşütle iniş aracın yavaşlatılmasında tek başına yeterli olamıyor…
Bu zorluk sebebiyledir ki, Sovyetler / Ruslar (ve de Avrupalılar) Marsa araç indirmeyi henüz başaramadı…!
Bu sahada tek başarılı ABD’nin (NASA) denemelerinin bile ancak yarısı başarılı olabildi… Viking, Pathfinder, Spirit, Opportunity, Phoenix ve Curiosity araçları Marsa başarıyla indirilenler… (Başarısız olanları, neredeyse, kimse hatırlamıyor…! Sovyetlerin Mars 3, İngilizlerin Beagle 2, NASA’nın Mars Polar Lander araçları-bir şekilde- başarısız olanlardan…
Gerçi başarısızlıkla sonlanan inişlerin hepsi Marstan kaynaklanmasa da, Marsın bilim insanları ve mühendisler üzerinde yarattığı stres onların-çok basit-olarak görülebilecek hatalar yapmalarına sebep oluyor…
ESA’nın “Schiaparelli” aracının (adını, Marsta “kanalların” varlığını ilk olarak ileri süren İtalyan astronomdan alıyor) inişteki başarısızlığı bunun son örneği…! (Yine de, ESA’nın “Exomars” programının bir parçası olan “TGO” (Trans Gas Orbiter) Yörünge Aracı, şimdilik, başarılı görünüyor… Diğer taraftan, ESA’nın 2020 yılında gerçekleştirmeyi planladığı Marsa “Gezgin Araç” (Rover) indirme planının da, ödenek sıkıntısının önceki hafta aşılmasından sonra, önü açılmış görünüyor…)
Halen National Geographic TV Kanalında gösterilmekte olan “Mars” adlı dizide, “bazı bilimsel sulandırmalar” yapılsa da, Marsa inişin ve Marsta hayatı idamenin zorluğuna da vurgu yapılıyor…
Halbuki astronom Percival Lowell’in, 1906’da yayımlanan kitabında anlattığı, “zirai sulama kanallarıyla donatılmış”, Mars öyle miydi…?
Bu soruya cevabı bu sitede 2013 yılında yayımladığımız ilk yazılarımızdan olan “İki Mars; Biri Biraz Ters…!” te detaylı olarak vermeye çalışmıştık…
Bu vesileyle, bu yazıyı aşağıda, tekrar, dikkatinize sunuyoruz:
“İKİ MARS; BİRİ BİRAZ TERS !
Mars… Kırmızımsı rengiyle dikkati hemen çeken Mars… İnsanların ta Milattan Önce dikkatini çekmeye başladı. Ne de olsa, rengi, biraz kanı andırıyordu ! Kan ise, tarih boyunca, insanlığın en fazla yüzleştiği renk oldu… Hâlâ da öyle; değil mi ?
***
İnsanlar önce çıplak gözle gözledi Marsı… Ve hayaller kurdu… Türlü hayaller…Sonra, “teleskop” denen alet icad oldu…İnsanlar Marsı bu defa, teleskopla gözleyerek, hayaller kurmaya devam etti… Son otuz yılda ise, Marsa araştırma araçları indirilebildi… Gezegenin birçok bölgesinde, küçük ölçekte de olsa, keşif gezilerine çıkıldı…Ve hala hayaller kurulmaya devam ediliyor; her geçen gün bu hayaller biraz daha bilimsel temellere dayanarak…
Geçen bu (yaklaşık) 2500 yıllık sürede iki Mars ortaya çıktı… Bu yazıda, okuyucunun hoşgörüsüne sığınarak, bu iki Mars irdelenecek…
***
Birinci Mars…
Mars, Güneşe en yakın olandan başlayarak sıralandığında, dördüncü gezegen. Güneşe en yakın noktası yaklaşık 200 milyon kilometre, en uzak noktası ise 250 milyon kilometre kadar olan eliptik bir yörüngede dolanıyor. Mars Güneşe, Dünyanın Güneşe uzaklığının birbuçuk katı kadar uzaklıkta. Mars Dünya dönemsel olarak yaklaşmakta. Bu yakınlık 55 milyon kilometre ile 100 milyon kilometre arasında değişmekte. Mars son 60.000 yıl boyunca Dünya’ya en yaklaştığı konuma geldi. Bu konuma 27 Ağustos 2003 günü geldi. Bu tarihte Dünya ile arasındaki uzaklık 55 758 006 kilometre idi.
Marsa adını, savaş tanrılarının şerefine Romalılar verdi; kırmızı rengi kanı çağrıştırdığı için olsa gerek… Marsın kırmızılığını vurgulayan başka medeniyetler de oldu… Toprağındaki belirgin tuğla rengi, Güneşten yansıttığı ışığı da etkiler ve gökyüzünde çıplak gözle görülebilen diğer gezegen ve yıldızlara kıyasla, ona daha kırmızımsı bir görünüm kazandırır. Bu sebeple, Mars, tarihin ilk çağlarından beri kızıl rengi ile dikkati çeken bir gök cismi oldu… Mars yüzeyinin kızıl-turuncu görünümü hematit ya da pas adıyla tanınan demiroksitten (Fe2O3) kaynaklanır. Marsın dikkati çekmesinin diğer bir sebebi ise, dönemsel olarak, Dünyaya yaklaşması. Dolayısıyla parlaklığının, nisbeten kısa aralıklarla, değişmesi…
Mars yüzeyinden çekilen fotoğraflardan, Marsın toprağına ilave olarak, atmosferinin ve dolayısıyla gökyüzünün de kırmızımsı bir renkte olduğu belirlendi. Güneş nispeten tepedeyken gerçekleşen bu durum, Güneşin ufka yakın konumda olduğu gündoğumu ve günbatımı dönemlerinde değişir; gökyüzü mavileşir…
Mars, Güneş sisteminde Dünyaya en fazla benzeyen gezegen. Uzay aracı gönderilerek yerinde yapılan incelemelerden önce, Mars, yaşamın Dünya dışında var olabileceği uygun yerlerin başında kabul edilmişti. Marsta yaşamın mevcut olma ihtimali, Dünyadaki evrimin kanıtları, diğer gezegenlerin kimyasının, jeolojisinin ve meteorolojisinin çekiciliği, bilim insanlarının Marsa yönelmesine sebep oldu.
Aristo Mars gözlemlerinden bahseden ilk bilim insanlarından biridir. Mars, 1609’da, Galile tarafından gözlemlendi. Bu aynı zamanda Marsın bir teleskop aracılığıyla yapılan ilk gözlemiydi. İtalyan astronom Giovanni Schiaparelli, Eylül 1877’de Marsın günberi noktasınayaklaşmasının da katkısı ile, teleskopuyla Marsı inceledi. Gözlemlerinde Mars yüzeyinde kendisinin “kanallar” adını verdiği, günümüzde kimilerince “optik illüzyon” olarak açıklanan birtakım oluşumlar saptadı ve bunları hazırladığı Mars haritalarında gösterdi.
Percival Lowell Mars ve Marsta yaşam üzerine kamuda büyük bir yankı uyandıran kitaplar yayımladı. “Kanallar” dönemin en büyük teleskoplarını kullanan Henri Joseph Perrotin ve Louis Thollon gibi başka astronomlarca da saptanmıştı. Sonraki yıllarda daha büyük teleskoplarla yapılan gözlemler sonucunda, boyları önceden belirtildiği kadar uzun olmamakla doğrusal kanalların bulunduğu söylemi tekrarlandı. Fakat daha sonra, 1909’da Flammarion, 840 mm.’lik bir teleskopla yaptığı gözlemler sonucunda, düzensiz bazı izler gözlemlemekle birlikte sözü edilen kanallara rastlamadığını açıkladı. 1960’lı yıllara gelindiğinde farklı yaşam biçimleri olan Marslılar hakkında çeşitli senaryolar içeren bir sürü makale ve kitap yayımlanmış bulunuyordu.
Mars yüzeyinde devasa su kanallarının mevcut olduğu hususundaki hatalı algılama, akıllı yaratıkların Mars yüzeyinde sulama kanalları oluşturduğuna dair popüler inanışa yol açtı. Bu inanış o kadar ileriye götürüldü ki, ünlü yazar Orson Welles’in 1938 yılında yayımladığı ve Marslıların Dünyayı işgalini konu eden radyo tiyatrosu, Dünyanın işgal edildiğini sanan bir çok dinleyicinin paniğe kapılmasına sebep oldu. Bir çok korkunun kaynağı “bilinmeyen”di… !
Mars yüzeyindeki derin yarıkların, geçmişte, Marsın yakınından geçen bir başka gezegenin sürtünmesi ile açıldığına inananlar bugün bile mevcuttur ! Bu inanış Newton’un en temel prensibi “kütleçekimi”nin yeterince anlaşılamamış olmasından kaynaklanır. Cisimlerin birbirini çekmesi, gezegen düzeyinde, o kadar büyüktür ki, bu tür bir yakınlaşma gezegenlerin tamamen olmasa da, kısmen parçalanması ile sonuçlanır. Bu durumda ortaya çıkacak görüntü açılmış bir kanaldan çok daha farklı olacaktır.
Marsa yeterince güçlü bir teleskopla bakıldığında, yüzeyde mevsimlik renk değişiklikleri gözlenebilmektedir. Bu ayrıntıyı fark edebilen gözlemcilerden bazıları bu gözlemleri, Marsta bitkilerin varlığına bir kanıt kabul etti. Mars yüzeyindeki iklim şartları bitkilerin yetişmesi için uygun olmalıydı…
Mars, eski Yunanlıların “gezegen” adını verdiği yıldızlar arasına giriyordu. Bu sadece hareket etmekte oluşundan dolayı değil, dikkatli gözlendiğinde, aynı zamanda düzensiz hareketi yüzündendi. Erken Yunan gökbilimci Hipparchus (MÖ 190-120), sabit yıldızlar referans alındığında, Marsın her zaman batıdan doğuya doğru hareket etmediğini fark etti. Bazen Mars, zıt yönde de hareket ediyordu. Dünyayı evrenin merkezi olarak bilen gökbilimcilerin Marsın gezegen bir yıldız olduğu inancı, Keplerin, Dünyanın da bir gezegen olduğuna matematiksel bir açıklama getirmesine kadar devam etti. Marsın görünen bu şaşırtıcı hareketi, gerçekte, iki gezegenin birbirine göre izafi hareketinin sonucuydu…
Marsın, adını eski Yunan Savaş Tanrılarından alan Phobos (Korku) ve Deimos (Terör) adlı iki uydusu da mevcut. Bu uydulardan büyüğü Phobos’un boyu onbir kilometre kadar. Bu uydular, 1877’de keşfedildi.
Ünlü fizikçi Christiaan Huygens’in (1629-1695) Marsın ilk teleskopik çizimlerini yayımlamasından sonra, Mars, gözlemcileri adeta büyüledi; çünkü, yüzey görünümü zamanla, mevsimleri varmış gibi, değişmekteydi. Marsa yeterince güçlü bir teleskopla bakıldığında, yüzeyde mevsimlik renk değişiklikleri gözlenebilmektedir. Bu ayrıntıyı fark edebilen gözlemcilerden bazıları bu gözlemleri, Marsta bitkilerin varlığına bir kanıt kabul etti. Mars yüzeyindeki iklim şartları bitkilerin yetişmesi için uygun olmalıydı. 1870’li yıllarda, Giovanni Virginio Schiapoarelli (1835-1910) Marsın yüzeyinde kanal şebekesi gördüğünü iddia etti. O dönemde bu keşif, Marsta tarım da yapan, akıllı yaratıkların varlığına yeterli bir işaret sayıldı. Şimdi sıra, hangi tahılları yetiştirdiklerini belirlemeye gelmişti…!
Fransız gökbilimci Camille Flammarion (1842-1925) gözlemlerini 1882’de, kışkırtıcı bir başlıkla, “Gezegen Mars ve Onun Ziraat Şartları“ adı ile yayımladı. Amerikalı araştırmacı Percival Lowel (1855-1916), 1895 yılında, kısaca “Mars” adıyla yayımladığı kitabında, Marslıların su rezervlerini nakletmek için su kanalları inşa ettiğini iddia etti. Marslılar da, Dünyayı gözleyerek, Romalılardan birşeyler öğrenmiş olmalıydılar…!
Marsta insan yaşamının mümkün olamayacağına inananlar olsa da, bilim insanları ve romancılar Marsın herhangi bir formda canlı hayatı destekleyebileceğine olan inancını sürdürdü. 1950’ye kadar, Mars üzerine araştırmalar bilim insanlarının teleskoplarla görebildikleri ile sınırlı idi. Fakat bu durum onların gezegenleri ziyaret için uzay yolculuğu hayaline engel değildi… Willy Ley (1906-1969), “Uzayın Fethi” (The Concuest of Space) adlı romanında, halkın uzaya olan ilgisini uyandırmayı başardı; Ley’in kitabı okuyucularını Ay’a götürdü… Ley’in arkadaşı ve uzay yolculuğu öncüsü Wernher von Braun (1912-1977), Dünyalıların Marsa nasıl gidebileceği hususunda ilk teknik makalesini 1940’lı yılların sonunda yayımladı. Von Braun’a göre, yüksek maliyetine rağmen, mevcut teknoloji ile Marsa yolculuk, onun yaşam süresi içinde, mümkündü. Von Braun’un teklifine göre, Marsa gönderilecek araçların montajı Dünya yörüngesinde yapılabilirdi; Uluslararası Uzay istasyonu inşası gibi… 1952’ye gelindiğinde ise von Braun, biraz daha aydınlanmış olarak, Mars yolculuğu için biraz daha zaman gerektiğini açıkladı…
İşte Mars böyle bir yerdi… Üzerinde canlılar yaşayan; üzerinde ziraat dahi yapılabilen bir Mars… Kısaca: “Birinci Mars”…
İkinci Mars…
Mars, yaşam için, gezegenler arasında Dünyaya en yakın olanıydı; en azından uzaktan öyle görünüyordu ! Venüsün, yüzeyindeki yüksek sıcaklık ve engelleyici atmosferi sebebiyle, Dünya dışı yaşam için uygun bir ortam yaratmadığının anlaşılması üzerine, Mars bilim insanlarına, araştırmaları için daha uygun bir hedef olacağını düşündürdü. Bugün Mars hakkında bilinenler, Marsa 1965-2013 döneminde gönderilen yörünge ve iniş araçlarının yaptığı araştırmalara ve topladığı verilere dayanmakta. Mariner (1965), Viking (1976), Mars Pathfinder (1997), Phonix (2008), Spirit/Opportunity (2004), Curiosity (2012) iniş araçları ve diğer yörünge araçlarıyla, yaklaşık son kırkbeş yılda gerçekleştirilen araştırmalar gösterdi ki, Mars, her türlü yaşamın sürdürülmesi için biraz ters (zor) bir gezegen gibi görünüyor…
Marsın 3390 kilometre yarıçapı Dünyanın yarıçapının yaklaşık yarısı kadar. Hacmi Dünyanın sekizde biri, kütlesi ise Dünya kütlesinin onda biri kadar. Mars, Dünya ile kıyaslandığında, bazı sürpriz büyüklüklere sahip. Marstaki Olimpos (sönmüş) yanardağı (Olympus Mons), 25 kilometre kadarki yüksekliği ile, Güneş Sisteminde bilinen en yüksek dağ. Yine Marstaki büyük kanyon (Valles Marineris), 4000 kilometre uzunluğu (Avrupa’nın uzunluğuna eş), 200 kilometre genişliği ve 7 kilometre kadar derinliği ile, ABD’deki Büyük Kanyon (Grand Canyon) ile kıyaslanmayacak kadar büyük. (Büyük Kanyon 446 km uzunluğunda ve yaklaşık 2 km derinliğindedir.) Marstaki ikinci bir kanyon olan Ma’adim Vallis ise 700 kilometre uzunluğunda, 20 kilometre genişliğinde ve 2 km kadar derinliğinde. Bu kanyonun geçmişte bir sıvı su baskınıyla oluştuğu sanılmakta.
Nature Dergisinde, Haziran 2008’de yayımlanan bir makalede, Marsın kuzey yarımküresinde 10600 kilometre uzunluğunda ve 8500 kilometre genişliğindeki dev bir meteor kraterinin varlığının saptandığı açıklandı. Bu krater, 2008’e kadar keşfedilmiş en büyük meteor krateri olan ve Ayın güney kutbu bölgesinde yer alan Atkien Havzası’nın dört katı kadardır. Bir teoriye göre, 4 milyar yıl önce Marsa Plüton gezegeni boyutlarındaki bir meteor çarptı. Gezegenin kuzeyinde yer alan ve kuzey yarımkürenin yaklaşık yüzde kırkını kapsayan koyu renkli sahanın (Borealis Basin) bu çarpmayla oluştuğu sanılmakta.
Marsın Dünyadan diğer farklılıklarına gelince… Öncelikle, Marsın atmosferi Dünyadakinden oldukça farklı; bu atmosfer fazlasıyla ince. Yüzeyindeki atmosfer basıncı gezegenin en yüksek kısmında saptanan 30 paskal ile en derin kısmında saptanan 1155 paskal arasında değişmekte. Yani ortalama yüzey basıncı 600 paskal kadardır ki, bu da Dünya yüzeyinden 35 kilometre yüksekteki (neredeyse uzayın sınırı sayılan) basınca eşittir. Diğer bir deyişle, Marsın yüzeyindeki atmosfer basıncı Dünya yüzeyindeki basıncın yüzde birinden daha da düşüktür. Mars’la ilgili son keşifler, örneğin sıvı su izleri, gezegenin atmosferinin vaktiyle bugünkünden daha kalın olduğunu düşündürmekte.
Marsın çekirdeği, Dünyadan farklı olarak, büyük ölçüde katı haldedir. Bu durum, gezgenin oluşum sürecinde var olması gereken manyetik alanını, 4 milyar yıl kadar önce, kaybetmesine sebep oldu. Güneş rüzgarlarına karşı bir kalkan görevi gören, Güneş rüzgarlarının gezegene yaklaşmasını önleyen bu Manyetik alanın kaybedilmesiyle, Marsın atmosferi de büyük ölçüde kaybedildi. Güneş Rüzgarları, iyonosfer tabakasıyla doğrudan etkileşime girerek, ayrışan gazların uzay boşluğuna kaçmasına sebep olur. Mars Global Surveyor ve Mars Express araçlarının her ikisi ile de yapılan ölçümlerde, iyonize atmosfer parçacıklarının uzaya sürüklendikleri saptandı.
Atmosfer basıncı düşük olunca, haliyle, atmosferdeki su buharı oranı da, Dünyaya kıyasla, çok daha düşük; Dünya atmosferinde mevcut olanın binde biri kadar…
Yine, Dünya ile kıyaslandığında, Marsın yüzeyi ve, haliyle, atmosferi çok tozlu. Ortalama birbuçuk mikron büyüklüğündeki bu tozlar Dünyadan Marsın solgun turuncu-kahverengi renkte görünmesine sebep olur. Araştırmacılar Marsın atmosferinde, hacim itibariyle, 30 ppm (parts per million) metanın da mevcut olduğunu belirledi. Metan, morötesi ışınlarla bozunan ve Marsınki gibi bir atmosferde yaklaşık 340 yılda bozunabilen kararsız bir gaz olduğundan, bu durum, gezegende güncel veya kısa zaman öncesine dek mevcut bir metan kaynağının varlığını göstermekte. Araştırmacılar buna ancak bir volkanik etkinlik, kuyruklu yıldız çarpması veya metanojenik mikroorganizma türlerinin neden olabileceğini ileri sürdü. Mars atmosferinde metan gazının varlığı ilk olarak belirlendiğinde, bu gezegende biyolojik aktivitenin varlığına bir kanıt sayıldı. Ancak, daha sonraki araştırmalarda, metan gazının jeolojik aktivitelerle de ortaya çıkabileceği anlaşıldı. Mars yerkabuğunda, en azından, jeolojik aktivitenin devam ettiği düşünülüyor.
Mars atmosferi, barındırdığı azot gazı oranıyla Dünya atmosferine benzemekle birlikte, oksijen ve su buharı açısından, Dünya Atmosferi ile kıyaslanamayacak ölçüde fakir görünüyor. Karbon dioksit oranı ise çok çok yüksek… Kısaca, Mars yüzeyine inecek bir uzay insanı, diğer olumsuz şartlar bir kenara bırakılsa dahi, soluyacağı havadan zehirlenerek kısa sürede yaşamını yitirir. Val Kilmer’in başrol oyuncusu olduğu “Red Planet” adlı sinema filmini hatırlayın… Mars çok barışçı bir gezegen gibi görünmüyor… Marsın yüzeyinde yerçekimi Dünya yüzeyindeki yerçekiminin üçte biri kadar. Bu durum da, Aydaki kadar olmasa da, Mars yüzeyinde yürüyeceklerin belirli güçlüklerle karşılaşacak olması demek… Apollo astronotları, Ay yüzeyinde yürürken, denge sağlama güçlüğü sebebiyle, yere yeteri kadar kapaklanmıştı…!
Mars soğuk, daha doğru bir ifadeyle, biraz donmuş bir gezegen. Ancak bu donmuşluk derecesi, süphesiz, Jüpiter ve ötesindeki gezegenlerin etrafında dolanan uydulardaki kadar ürkütücü değil…
Bugüne kadar, Marsın yörüngesinden ve değişik bölgelerine indirilen araçlarla, yüzey sıcaklık ölçümleri yapıldı. Gerçekleştirilen bu ölçümlerden, gezegenin yüzey sıcaklığının geceleri -140 santigrad derece kadar düşük olurken, en yüksek sıcaklığın + 23 santigrad dereceya ancak ulaşabildiği belirlendi. Şüphesiz, ölçülen bu uç değerler belirli bölgelerde geçerli… Marsın güney yarımküresinde sıcaklık, kuzeye göre daha yüksek, ancak, sıcaklık farkı daha büyüktür. Marsın Kutup bölgelerinde kışın sürekli bir karanlık ve dondurucu bir soğuk hakim olur. Özellikle kış mevsiminde, bu ortam, atmosferdeki karbondioksitin önemli bir kısmının buz kıristalleri halinde Kutuplarda birikmesine sebep olur. Kış mevsimi geçip Kutba yeniden Güneş ışıkları ulaşmaya başladığında, buzlaşmış karbondioksit, hızı saatte 400 kilometreye ulaşabilen rüzgarlar yaratarak savrulur. Yaz mevsiminde Marsın kutbunda çadır kurmak biraz riskli görünüyor…! Marstaki bu mevsimlik değişimler, büyük miktarlarda toz ve su buharı taşırlar ve yüzeyde Dünyadakine benzer kırağı ile, atmosferin üst tabakalarında, sirius bulutlarının (saçakbulut) oluşmasına neden olur. Oluşan bu su-buzu bulutlarının fotoğrafı, 2004’te, Opportunity tarafından da çekildi.
Marsın yüzey sıcaklığı, kutup kışı sırasında, −140 santigrad dereceye kadar düşerken, ekvatora yakın bölgelerde, yaz döneminde (+) 23 santigrad dereceye kadar yükseldiği ölçüldü. Marsın geniş bir bölgesinde, yaz mevsiminde dahi, sıcaklık gündüzleri sıfır santigrad derecenin altında kalır. Sıcaklık farkının bu kadar büyük olması, gezegenin ince atmosferinin Güneş radyasyonunu yeterince depolayamaması, atmosfer basıncının düşük olması ve toprağın ısı kapasitesinin ( thermal inertia) düşük olması gibi nedenlerden ileri gelir.
Marsın Dünyaya en fazla benzeyen özelliği, ekseni etrafındaki bir dönüşünün 24.5 saat kadar sürmesi. Marsa gidecek uzay insanlarının uyku düzeninin bozulması pek gerekmeyecek…! Mars Güneş etrafında, çembere çok yakın yörüngesindeki bir dolanışını iki Dünya yılına yakın bir sürede, 687 günde, tamamlar. Marsın dönme ekseninin yörünge düzlemi ile yaptığı açı da Dünyanın yaptığı açı ile büyük bir benzerlik taşır; Dünyanın dönme ekseninin eğimi 23.5 derece iken, Marsınki 25 derece kadar. Marsın da Dünyanınki gibi mevsimlerinin mevcut olması bu eksenel eğim sebebiyledir. Bununla birlikte Mars mevsimlerinin süreleri gezegenin Güneşe daha uzak olması nedeniyle Dünyanınkilerin iki katı kadar.
Kısa dönemlerde alçak irtifalarda olabilecekler hariç tutulursa, bu düşük atmosfer basıncı altında Mars yüzeyinde sıvı su sürekli barınamaz; ancak geçici sıvı su akışları oluşabilir. Buna karşılık özellikle iki kutup bölgesinde geniş su buzları mevcuttur. Mart 2007’de NASA, güney kutbu bölgesindeki su buzlarının erimeleri halinde suların gezegenin tüm yüzeyini kaplayacağını ve oluşacak bu okyanusun derinliğinin 11 metre kadar olacağının hesaplandığını açıkladı. Şüphesiz bu açıklama bir “miktar gösterimi” açısından önemliydi… Yapılan araştırma verilerine göre, Mars yüzeyindeki sular yaşam için gerekenden çok daha tuzlu ve çok daha asitli.
Mars atmosferinde çok az da olsa mevcut olan su buharı, özellikle kutup bölgelerinde ve sönmüş yanardağ çanaklarında, bölgesel olarak, buz tabakası oluşturur. Yeterince güçlü bir teleskopla bakıldığında, Marsın kuzey kutbunda, alanı dönemsel olarak değişen, buzdan bir takke görünür. Görünen bu buzun tamamı, şüphesiz, su buzu değil. Büyük bir kısmı karbondioksit buzu; yani, kurubuz… Bu buz üzerinde uyursanız elbiseniz ıslanmaz…
Marsta kalıcı buztabakası kutuplardan 60° enlemine kadar uzanırken, Mars kayalarının altında hapsolmuş, büyük miktarlarda su rezervlerinin bulunduğu sanılmakta. Mars Express ve Mars Reconnaissance Orbiter’dan (MRO) gelen radar verileri her iki kutupta (Temmuz 2005) ve orta enlemlerde (Kasım 2008) büyük miktarlarda su buzlarının bulunduğunu ortaya koydu. Phoenix Mars Lander, Temmuz 2008’de, iniş alanını kazdığında, Mars toprağında su buzu örneklerini görüntüledi. Yakın zamanda açılan Göktaşı kraterleri Marsta buzun yaygın olduğunu gösterdi. Mars, eser miktarda da olsa, Güneş Hemen kullanım için uygun olmasa da, Mars, yaşam için gerekli olan atmosfere, kutup buzullarına, yüzey altına gizlenmiş su kaynağına sahip görünüyor. Mars, Güneş Sisteminde, suyun varlığı teyid edilebilen ilk gök cisimlerinden biridir.
Mars tarihinin atmosferin yoğun olduğu dönemlerinde, gezegenin yüzeyinde akarsuların ve su birikintilerinin mevcut olduğuna yönelik izler belirlendi.
Marsın soğuk bir gezegen oluşu, aslında, Marsın Güneşe uzaklığına bakıldığında şaşırtıcı değil… Güneşten uzaklaşıldıkça ortam soğuyor… “Gözden ırak… ısınmadan da ırak”…! Kutup bölgeleri hariç tutulduğunda, arazinin büyük bir kısmında görüntü bir çölü andırdığından, Mars, ilk bakışta “sıcak bir ortam” algısına sebep olur. Diğer taraftan, Marsın yüzeyindeki su eksikliği onun donmuş yapısının algılanmasını biraz zorlaştırır. Gerçekte, Marsın ekvator bölgesinin dışındaki bölgelerde, gündüzleri sıcaklık hemen hemen her zaman sıfırın altındadır. Mars gecelerinde ise sıcaklık ani olarak düşer ve derin dondurucuda dahi erişilemeyecek düşük değerlere ulaşır. Mars yüzeyinin yeterince soğuk olmasına ilave olarak, yüzeydeki sıcaklık değişimi de çok büyük. Nitekim, gündüzleri dört saatlik süre içinde, sıcaklıkta 100 santigrad derecelik düşüşler meydana geldiği ölçüldü. Araştırmacılar sıcaklıktaki bu ani düşüşün sebebini henüz açıklayamadı…
Uydularla yapılan incelemeler ve Dünyaya ulaşan Mars meteorlarının incelenmesi ile, Mars yüzeyinin esas olarak bazalttan oluştuğu anlaşıldı. Her ne kadar Marsın Dünya benzeri bir manyetik alanı yoksa da, gözlemler gezegen kabuğunun vaktiyle iki kutuplu bir manyetik alanın etkisinde bulunmuş olduğunu gösterdi.
Yapılan araştırmalar sonunda, Marsın, yarıçapı 1480 kilometre kadar olan ve demir-sülfürden oluşan bir çekirdeğinin mevcut olduğu sonucuna varıldı. Bu demir-sülfür bileşiği kısmen akışkandır. Çekirdek, bir silikat mantosuyla çevrilidir. Gezegenin kabuğunun ortalama kalınlığı 50 kilometre olup, azami kalınlığı 120 kilometre kadardır. Dünyanın kabuğunun ortalama kalınlığı ise 40 kilometre kadardır. Her iki gezegenin boyutları gözönüne alındığında Marsın oldukça kalın kabuklu bir gezegen olduğunu söylemek mümkündür. Bu, günümüzde aktif bir yanardağının neden mevcut olmadığına da bir açıklama olabilir.
Mars, oldukça sakin bir gezegen. Yine de, yüzeyinde, çok küçük ölçekle de olsa hareketlilik mevcuttur. Daha önce belirlenen küresel fırtınalara ilave olarak, 19 Şubat 2008’de meydana gelen bir heyelan Mars Reconnaissance Orbiter tarafından filme kaydedildi. Kaydedilen görüntülerde, 700 metre yükseklikteki bir uçurumun tepesinden kopan buz bloklarının, ardında toz bulutları bırakarak, yuvarlanışları görülüyordu. Son incelemeler ilk kez 1980’lerde ortaya atılmış bir teoriyi desteklemektedir:
Phoenix aracı, Haziran 2008’de, Mars toprağının hafifçe alkali bir yapıda olduğunu ve hepsi de organik maddenin gelişmesi için zorunlu olan magnezyum, sodyum, potasyum ve klorür içerdiğini ortaya koydu. Bu besleyici toprak yaşam için elverişli görünüyordu. Ancak, bugün oluşacak bir yaşamın yoğun morötesi ışınlardan dolayı korunabilmesi pek mümkün görünmüyor.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen Marsta organizmaların bugün mevcut olmadığı ya da geçmişte hiç yaşamamış olduğu söylenemez. Nitekim 1970’li yıllarda yürütülen Viking Programı sırasında Mars toprağındaki mikroorganizmaların saptanması amacıyla, incelenen Mars göktaşlarında bazı bulgular elde edildi. Johnson Uzay Merkezi Laboratuvarında incelenen, Mars kökenli, ALH84001 meteoriti üzerinde organik görünümlü bazı yapılar; varılan sonuca göre bunlar Mars üzerindeki ilk yaşamın fosilleşmiş kanıtlarıydı… ABD Devlet Başkanı Bill Clinton’un da (7 Ağustos 1996’da) bu yönde açıklama yapmasına sebep olan bu keşif birçok bilim insanının katıldığı bir tartışmaya yol açtı ve tartışmaların sonunda, geçmişte Marsta biyolojik yaşamın var olduğuna dair kesin bir . sonuca ulaşılamadı.
ALH84001 meteoriti
(Kaynak: Wikipedia)
Mars topoğrafyası ilginç bir ikilem göstermesiyle dikkat çeker. Kuzey yarımkürenin lav akıntılarıyla düzleşmiş ovalar içermesine karşın, güney yarımküre eski çarpışmalarla çukurlar ve kraterlerle oyulmuş haldeki bir dağlık arazidir. Mars aynı zamanda çarpma kraterlerinin gözlemlendiği bir gezegendir; yarıçapı 5 kilometre ve daha büyük olabilen bu krater oluşumlarının toplam sayısının 43 000 kadar yüksek olduğu belirlendi. Hacmi açısından, bir kozmik cismin Dünyaya oranla daha küçük olan Marsa çarpma olasılığı, Dünyaya çarpma olasılığının yarısı kadardır. Bununla birlikte Marsın asteroit kuşağına daha yakın olması, bu kuşaktan gelen cisimlerle çarpışma olasılığını çok fazla artırmaktadır. Mars aynı zamanda kısa periyotlu (yörüngeleri Jüpiter’e uzanan) kuyruklu yıldızların çarpmalarına da maruz kalmaktadır. Bununla birlikte Ayın yüzeyi ile kıyaslandığında, atmosferi küçük meteorlara karşı, sınırlı da olsa, bir koruma sağladığından Mars yüzeyinde daha az krater görülür. Opportinity, Eylül2010’da, Mars yüzeyinde göktaşlarının varlığını belirledi.
Marsın Dünyaya nispeten yakın olduğu dönemlerde parlaklığı Venüse yaklaşabilmekte. Nitekim, 2005 yazında, Dünyaya en yakın konumuna geldiğinde, Venüs kadar büyük ve parlak göründü; tabi ki Ay kadar değil ! Nasıl Dolunay bazı “kurt adamları” (!) harekete geçirirse, Mars da birilerini etkiliyor olmalı… Nitekim, Marsın nispeten parlak görüneceği dönemler yaklaştığında, internette de birtakım uydurma mesajlar dolanmaya başlar. Bunların içinde, Marsın Ay kadar büyük görüneceği iddiaları da yer alır. Ne yazık ki, bir çok insan bu iddialara inanır; zorunlu astronomi dersinin liselerden kaldırılmasının doğal bir sonucu olsa gerek ! Her defasında NASA bu söylentileri yalanlamak zorunda kalır… Şüphesiz, topa girecek, başka kurumlar da mevcut olmalı…!
Gezegenbilimcilere göre, Mars yolculuğunun zorlukları kaçınılmazdır. Saatte binlerce kilometre hızla yolculuk yapacak araçlarla bile, Marsa ulaşmak için, yaklaşık 600 milyon kilometrelik yolun gidilmesi en az sekiz ay sürer… Dönüş yolculuğu için Marsın uygun bir konuma gelmesi uzay insanlarının (astronotların/kozmonotların) Mars yüzeyinde bir yıldan daha uzun bir süre kalmalarını gerektirecektir. Dönüş yolu için ilave sekiz ayı ayrıca hesaba katmak gerekir.
Araç gönderilerek yerinde yapılan uzay gözlemlerinden önce, Mars, yaşamın Dünya dışında var olabileceği uygun yerlerin başında kabul edilmişti. Ancak, Marsa ulaşmak hiç de kolay olmadı… Marsa yapılan uçuşlar Güneş sisteminin diğer gezegenlerine yapılan uçuşlardan fazla oldu. Fakat, Marsa yapılan uçuşların yaklaşık üçte ikisi başarısız oldu… Mars, göreceli yakınlığına rağmen, ulaşılması ve yüzeyine araç indirilmesi pek de kolay olmayan bir komşumuz…
Bilim insanlarının Marsta akıllı yaşam bulma umudu, Mariner 4’ün gerçekleştirdiği gözlemler ile yıkıldı. Bu aracın gönderdiği yakın çekim fotoğraflardan, Mars yüzeyinde ne suyun, ne sulama kanallarının, ne de bitkilerin mevcut olmadığı anlaşıldı. Mars yüzeyi kraterlerle ve doğal kanal oluşumları ile kaplıydı. Bu kanalların, daha doğrusu yer kabuğu çatlaklarının, boyutu insan eli ile yapılabilirliğin çok ötesindeydi. Mariner 4 tarafından toplanan yeni bilimsel veriler Kızıl gezegen hakkındaki algılamayı değiştirdi ve Marsta yaşam belirtisi araştırmaları için yeni sorulara yol açtı…
Mariner 4’ün gönderdiği fotoğraflar, Marsta yaşam belirtisi araştıranlar için hayal kırıcıydı; Marsta sadece kraterler görünüyordu. Bu aracın gönderdiği fotoğraflardan, Marsın Dünyadan çok Aya benzediği anlaşıldı. Ayla karşılaştırıldığında, Mars yüzeyindeki kraterler 2-5 milyar yıllık gibi göründü. Marsın ince atmosferi sebebiyle kraterler, oluşumundan beri, mevcut durumunu korumuş olmalıydı.
Mariner araçları, Marsın önemli ölçüde büyük bir manyetik alanının mevcut olmadığını belirledi. Bilim insanları bu durumu, Marsın Dünya gibi hareketli bir demir çekirdek bölgesinin mevcut olmamasına bağladı.
Mars yüzeyinde, okyanusları dolduracak serbest suyun krater oluşumundan beri mevcut olabileceğine inanmak zordu. Bu miktarda suyun ve bunun sonucu olarak atmosferin Mars yüzerinde büyük erozyona sebep olması gerekirdi. Yine de, Marsın yörüngesinde dolanan Mars Global Surveyor Mars yüzeyinde, akarsular tarafından oyulmuş, alanların varlığını belgeledi.
Marsın Mariner 4 tarafından görüntülenen topoğrafik yüzey şekilleri, Dünyadakinden farklı olarak, gezegenin içinde oluşan stres ve deformasyonların sonucu değildi. Dünya, dağların, kıtaların ve diğer yüzey şekillerinin oluşmasına sebep olan dinamik bir yapıdayken, Mars uzun zamandan beri aktif değildir. Eğer Marsta okyanuslar hiç mevcut olmadıysa, yaşama dair fosil kalıntılarının bulunma ihtimali de büyük değildir.
Gezegenbilimcilere göre, Mars yüzeyi ilkel şeklini muhafaza ediyorsa, Dünya ile nisbeten yakın dönemde (ancak öncelikle Marsta) başlayan, ancak, Marsta uzun zaman önce kaybolan organik gelişme ortamı için, Güneş sisteminde izlerin korunduğu tek yer olabilir.
Uzay çağının başlamasından önce Mars, kutup buzları, mevsimleri ve 24.5 saatlik günü ile Dünya benzeri bir yerdi. Ancak, Mariner araçlarının sağladığı verilerden, Marsın, hiç de konuksever olmayan ve kendine has özellikleri olan bir yer olduğu anlaşıldı.
Bir teoriye göre, Dünya atmosferi Dünyanın oluşumu esnasında meydana gelen tektonik olaylar sonucu meydana geldi. Bazı gezegenbilimciler, Marsta böyle bir atmosferin hiç bir zaman mevcut olmadığını düşünüyor. Yine de, Marsın ince atmosferi krater oluşumunu etkilemiş olmalıydı. Gezegenbilimciler, Mars kraterlerinin Ay kraterleri kadar derin olmamasının Marsın bir atmosferinin mevcut olmasına bağlıyor. Marsta ortaya çıkan küresel fırtınalar, taşıdıkları kum taneleri ile, Mars yüzeyini sürekli aşındırıyor…
Mars yüzeyindeki düzlükler Marsta büyük ölçekli akarsu erozyonunun mevcut olmadığının işaretiydi. Bu durum da, yaşam formlarının oluşumu için, geçmişte, Marsta kalın atmosfer ve suyun bulunmadığı sonucunu doğuruyordu. Yine de, Marsa daha sonra gönderilen Viking araçları, geçmişte meydana gelmiş sel izlerini de fotoğrafladı. Mariner Araçlarının sağladığı verilerden, Marstaki su miktarının çok az olduğu ve bunun da yaşam formu olasılığını çok azalttığı sonucuna varıldı.
Marsın, daha sonra dönemsel olduğu anlaşılan, toz fırtınaları ilk olarak Mariner araçlarıyla belirlendi. Bu toz fırtınaları araçların Mars yüzeyine inişinde ve yüzeyin fotoğraflanmasında önemli güçlükler yaratır. Nitekim, Marstaki toz fırtınası Sovyetlerin Mars 2 ve Mars 3 araçlarının 1971’de başarısız olmasına sebep oldu. Bu toz fırtınası sadece iniş araçlarının görev yapmasını engellemekle kalmadı, yörüngedeki araçların da net fotoğraflar çekmesini uzun süre engelledi. Yapılan gözlemlerden, Mars yüzeyinde ortaya çıkan ve ortalama altı hafta devam eden toz fırtınalarının Marsın Güneşe en fazla yaklaştığı dönemlerde, atmosfer ve yüzey sıcaklığının artması sebebiyle, oluştuğu belirlendi. Mars yüzeyinde oluşan, nispeten küçük hacimli, hortumlar Marsa 2003’te gönderilen Spirit ve Opportunity tarafından da fotoğraflandı.
Viking araçları Mars toprağında, bilim insanları tarafından büyük ölçüde beklenen, kimyasal aktivite belirledi. Bu bulgular bilim dünyasında büyük heyecana sebep oldu…Marsta yaşamın izleri sonunda bulunmuş muydu ? Ancak, Mars yüzeyinde ölçülen ve -48 santigrad dereceye varan gündüz sıcaklığı mikrobik yaşam için dahi pek uygun görünmüyordu. En azından, araçların indirildiği bölgelerde durum böyleydi… Mars toprağında yaşamın varlığının keşfi için umutlar başka araştırmalara ertelenmek zorunda kalındı. “Viking”lerle, canlı organizmaların varlığı teyid edilemedi.
Herne kadar, Mars yüzeyindeki büyük yarıkların akarsu eseri olmadığı tespit edilmişse de, Mars tarihinin geçmişinde, atmosferin yoğun olduğu dönemde, Mars yüzeyinde akarsuların ve su birikintilerinin mevcut olduğuna yönelik de kanıtlar ve izler mevcuttur. Halen Mars yörüngesinde dolanan MRO bu durumu gönderdiği pek çok fotoğrafla belgeledi. Bu kanıtlara her yıl yenileri eklenmekte.
Viking bulgularından sonra, Norman Horowitz gibi bazı bilim insanları başka bir gezegende yaşam belirtisinin olduğunun hiçbir zaman ispatlanamayacağını düşünmeye başladı. Dünya atmosferinin yüzde birinden daha ince olan Mars atmosferi, Dünyada olduğu gibi suyu taşır, bulutları ve mevsimlik rüzgar paternlerini oluşturur. Güneş radyasyonunun yol açtığı ısınmadaki mevsimsel değişikliklere bağlı olarak oluşan toz fırtınaları bazen tüm gezegenin yüzeyini kaplar. Marsa özgü olan bu küresel toz fırtınaları büyük miktardaki suyun oluşmasını engeller. Marstaki toz fırtınaları yüzeyi aşındırır, yüzeydeki tozu sürekli olarak başka yerlere taşır. Mars tozu sigara dumanı kadar incedir ve Ay tozu gibi, başta uzay insanlarının elbiseleri olmak üzere, kullanılan ekipmanın hareketli parçalarının arasına nüfüz ederek arızalanmasını kolaylaştırır. Nitekim, Spirit ve Opprtunity araçlarında bu durumla karşılaşıldı…
Mars atmosferi yaklaşık 90 kilometre kalınlığındadır. Marsa iniş esnasında yapılan atmosferik ölçümler, Marsın atmosferideki oksijen ve hidrojeni sürekli kaybettiğini gösterdi. Mars, milyarlarca yıldan beri, suyun ana maddelerini kaybetmekteydi. Marsın üst atmosferinin ana maddesi karbondioksitti. İçinde az miktarda da nitrojen bulundu. Nitrojen yaşamın oluşumu için önemli bir maddedir. Gezegenbilimciler Marsın geçmişte çok daha yoğun bir atmosfere sahip olduğunu düşünüyor. Marsın geçmişte, bugün olduğundan daha ılık, daha nemli ve daha kalın atmosfere sahipti. Gezegenbilimciler, Mars yüzeyindeki göl kalıntılarından, Marsın bir tarihte sulak ve daha ılık bir iklime sahip olduğunu düşünüyor. Bugüne kadar belirlenen tüm olumsuzluklara rağmen, Mars şimdilik, yaşamın kaynağının araştırılmasında en uygun ortamı sağlayan bir gezegen.
Marstaki suyun nereye gittiği; Marsta başlayan yaşamın Dünyaya taşınıp taşınmadığı bilim insanlarınca cevap aranan temel soruların başında geliyor. Mars araştırmaları Dünyanın gelecekte karşılaşabileceği iklim değişiklikleri gibi önemli tabiat olaylarına da ışık tutabilecek. Dünya ve Venüs aktif ortamlar olduklarından, devam eden jeolojik olaylar sebebiyle, gezegenin yüzeyinde dönemsel olarak oluşan izler sürekli silinmekte. Mars ise nispeten orta seviye jeolojik aktiviteye sahip olarak Güneş sisteminin tüm tarihsel izlerini koruyabilmiş durumda. Gökyüzü gözlemcilerinin geçen yüzyıllarda, Marsta yaşam olduğuna dair gözlemleri, maalesef, henüz doğrulanamadı.
Amerikan Astronomi Birliğinin Ocak 2007’deki toplantısında, bazı bilim insanları tarafından, Viking 1’in 1970’te yaptığı deneylerden, Marsta yaşam izlerinin belirlenmiş olduğu iddia edildi. Bu iddia sahipleri, bünyesinde hidrojen peroksit bulunduran ve Dünyadaki varlıkları 1990’lı yıllarda keşfedilen bazı canlıların Viking deneylerinde araştırılmamış olmasını tezlerine gerekçe gösterdi. Her şeye rağmen, 2008’de Marsta araştırma yapan Phoenix aracı Marsta yaşamın varlığını doğrulayamadı. Araştırmanın ana hedeflerinden biri olan su buzunun varlığı ise, neredeyse tesadüfen doğrulandı. Aracın inişte yavaşlatılmasını ve dengesini sağlayan roketlerin iniş noktasında, Mars yüzeyinden sıyırdığı toprağın altından su buzu kütleleri ortaya çıktı. Bu buzların varlığı da, aracın altına yönlendirilen ve kamerayı da taşıyan kazma kolu sayesinde görüntülenebildi.
Marsa gönderilecek uzay insanları için başka bir tehlike, uzay radyasyonu… Bilim insanları, Mart 2008’de; uzaydaki radyasyonun öldürücü seviyesinin Mars araştırmalarını engelleyebileceğini söyledi. Kozmik ışınların ve Güneş patlamalarının sebep olduğu Güneş radyasyonunun uzay insanlarını olumsuz etkilediği uzun zamandır biliniyordu. Dünyanın manyetik alanı bir kalkan görevi görerek, öldürcü ışınların Dünyaya ulaşmasını engellerken, uzay insanları uzayda büyük ölçüde korumasız durumdadır. Marsın küresel bir manyetik alanı mevcut olmadığından Güneş Rüzgarlarının gezegenin yüzeyine erişmesini önleyemez.
Aradaki mesafenin büyüklüğü sebebiyle, Mars ile Dünya arasında zaman gecikmesiz konuşmak mümkün değil. Bazı bilim insanları, Mars yüzeyine başarı ile insan indirmenin bugünkü teknik imkanlarla zor olduğunu düşünüyor. Marsa gönderilen Spirit ve Opportunity’de bile önemli aksaklıklar yaşandı. Spiritin aşırı yüklenmiş hafızası onu adete geçici bir komaya soktu. Mars tozuna saplanan Opportunity’nin buradan kurtarılması neredeyse altı hafta sürdü. Spirit’in görevine, battığı kumdan kurtulamaması sebebiyle, son verildi. Opportunity’nin tekerlekleri kuma saplandı. İki haftalık çalışma ile ancak kurtarılabildi. Spirit’in arka tekerleklerinden biri (muhtemelen, araya Mars tozunun sıkışması sebebiyle) arızalandı. Opportunity, her üç Mars yılında bir ortaya çıkan toz fırtınasına yakalandı, fakat, altı hafta süren bu tehlikeyi başarı ile atlattı. Araçların yaptığı analizlerden Marsın yüzeyinin demir oksit tozu ile kaplı olduğu anlaşıldı. Çok ince olan bu toz, Mars rüzgarlarının da etkisi ile, statik elektrik ile yüklenerek cihazların içine girebilir ve arızalanmalarına sebep olabilir.
Mart 2010’da yayımlanan bir haberde, ekvator bölgesi dahil, Mars yüzeyinin altındaki buzulların yaygın olduğu duyuruldu. Mars Reconnaisance Orbiter aracı (MRO) tarafından yapılan ölçümlerden, bu toprak altı buzullarının yüzlerce kilometrelik sahaları kapladığı ileri sürüldü. Böylece, Marsın yüzeyi altında su birikintilerinin mevcut olabileceği hususundaki tahminler güçlendi.
Haziran 2011’de yayımlanan bir haberde, Marsın yüzeyinde belirlenen sülfat ve kil gibi minerallerin, ancak sulu ortamda oluşabileceği, bu sebeple bunların, bir zamanlar Mars’ın sulak bir yüzeye sahip olduğunu gösterdiği vurgulandı. Herşeye rağmen, Marsın ılık ve sulak döneminin milyarlarca yıl önce sona erdiği düşünülüyor.
Ağustos 2011’de yayımlanan bir haberde, Marsta sıvı suyun izinin bulunduğu açıklandı. Mars yörüngesinde dolanan “MRO” tarafından çekilen görüntülerden, Mars kayalıklarından sızarak toprakta iz bırakmış suyun dönemsel varlığı belgelendi. Gezegenbilimciler, bu keşfin Marsta mikroskobik yaşamın varlığını kanıtlama umutlarını artırdığını düşünüyor.
Eylül 2011’de yayımlanan bir başka haberde, Marsın atmosferini nasıl kaybettiği sorgulandı. Gezegenbilimciler Marsın bir zamanlar kalın atmosfere sahip olduğunu ve yüzeyinde suyun mevcut olduğunu düşünüyor. Marsın bu kalın atmosferini kaybetmesinden sonra, yüzeyinde sıvı halde suyun tutulabilmesi mümkün olamadı. Marsın belirgin bir manyetik alanının mevcut olmayışı, onun Güneş rüzgarlarındaki yüksek enerjili parçacıklarından korunmasını önledi. Bu parçacık bombardımanı atmosferdeki karbon dioksit ve diğer gazlara ait atomların uzaya fırlatılmasına sebep oldu. Mars böylece, önce atmosferini, daha sonraki aşamada da yüzeydeki suyu kaybetti…
Kasım 2012 ‘de yayımlanan bir haberde insanın Marsta yaşama şansı tekrar sorgulandı. Mars yüzeyinde bugüna kadar ölçülen radyasyon seviyesi gezegenin yüzeyine yakın organik molekülleri yok edecek düzeyde. Curiosity (MSL) gezegenin yüzeyine konduğundan beri, bu radyasyon seviyesini günlük olarak ölçerek, bu radyasyon seviyesinin Marsa gönderilecek uzay adamları için yaratacağı risk seviyesininin belirlenmesi için veri topluyor. Dünyanın kalın atmosferi canlıları bu uzay radyasyonundan büyük ölçüde korurken, Marsın çok ince atmosferi bunu başarmada yetersiz kalıyor. Yine de, alınacak bazı koruma tedbirleri ile, Mars atmosferinin yeterince sağlayamadığı bu koruma kalkanını güçlendirmek mümkün olabilir. Curiosity ile yapılan ölçümlerden, Marsın ince atmosferinin yine de belirli bir koruma sağladığı anlaşıldı. Mars sahip olduğu manyetik alanı ve yüksek enerjili parçacıklardan koruma kalkanını (ve başladıysa yüzeydeki canlı yaşamı) üç buçuk milyar yıl kadar önce kaybetti.
Mart 2013’te yayımlanan bir haberde, yaşamın Marsta Dünyadan önce başlamış olabileceği ileri sürüldü. Curiosity aracının yaptığı toprak analizlerinden, Marsın dört milyar yıl öncesi kadar derin geçmişinde, daha sıcak ve daha nemli olduğu dönemde mikrobik yaşam için uygun ortam olduğu belirlendi. Curiosity’nin yaptığı analizlerden Marsta yaşam için gerekli birçok maddenin, örnek olarak sülfür, nitrojen, hidrojen, oksijen, fosfor ve karbonun mevcut olduğu belirlendi. Marsta-bir şekilde-başlayan canlı yaşam, göktaşı çarpmaları sebebiyle uzaya saçılan Mars kayalarıyla Dünyaya taşınmış olabilir. Araştırmacılar, Dünyanın, nisbeten büyük kütlesi sebebiyle, Marstan daha geç soğuyacağını, bu durumda da, yaşamın Dünyada Marsla aynı dönemde başlamasının mümkün olamayacağını düşünüyor.
Nisan 2013’te yayımlanan bir haberde, Curuosity”nin, Marsın geçmişte daha yoğun bir atmosferi olduğuna dair yeni kanıtlar bulduğunu duyurdu. Curuosity, Mars atmosferinde ölçülen Argon-36 izitopunun, daha ağır olan Argon-38’den dört defa daha fazla olduğunu belirlemişti. Bu oran, Güneş Sistemide belirlenen orandan çok daha düşük. Bu sonuç, Marsın, atmosferindeki Argon-36’nın önemli bir bölümünü kaybettiğini gösteriyor. Marsın küresel manyetik alanının mevcut olmaması bu atmosferik erozyonun ana sebebi.
Bilim insanları, Marsta yaşamın başlatılabilmesi için, gezegenin biraz ısıtılması gerektiğini düşünmekte. NASA’nın Mars Society adlı kuruluşu, Marsta barınma şartlarını araştırmak için çalışmalar yapıyor. Bilim insanları, Marsın yaşanır hale getirilebilmesi için önce atmosferinin Güneş ışınını hapsedecek gazlarla ısıtılması gerektiğini, takiben de Mars toprağında mikrobik düzeydeki yaşamın tetiklenmesi gerektiğini düşünüyor. Bilim İnsanları, Dünyadan yapılacak müdahalelerle, bir gün Marsta, Dünyadakine benzer şekilde, insan yaşamının mümkün olabilmesi için, Marsın en az yüzbin yıl sürecek bir dönüşümden geçirilmesi gerektiğini düşünüyor.
Marsta sürekli insan yaşamı torunlarımıza da kısmet olamayacak gibi görünüyor…! Yine, de, Marstaki dönüşümü bir kuyrukluyıldız (C/2013 A1, Siding Spring) çarpması başlatabilir. Hem de 2014 gibi yakın bir tarihte…!
Bu yazının hazırlanmasında yaralanılan kaynaklar:
http://www.space.com (2003-2013 döneminde yayımlanan yazılar/haberler)
http://www.universetoday.com (2003-2013 döneminde yayımlanan yazılar/haberler)
Wikipedia
Wikipedi”
Yararlanılan Diğer Kaynaklar:
http://earthsky.org/space/landing-on-mars-exomars-soft-landing
http://scienceblogs.com/universe/2012/09/28/the-canals-of-mars/
http://scienceblogs.com/universe/2012/09/28/the-canals-of-mars/