Beyan sahibi paraşütçünün galata Kulesinden atlayışı…(Kaynak: Sputnik.com)
Bir ‘ekstrem sporcu’muz (kendisini böyle tanıtmış), Ekim 2017’de, *efsanevi havacımız Hezarfen Ahmet Çelebinin *tarihi uçuşunu tekrarlamak amacıyla, Galata’dan Üsküdar’a uçmayı deneyeceğini beyan etmişti…!
Bu sporcu, yedi aşamalı olarak gerçekleştireceğini beyan ettiği bu etkinliklerden ilkini, Galata Kulesinden paraşütle atlayarak (base jump) gerçekleştirmişti… Herne kadar, yere inişi-biraz-‘tatlı-sert’ olsa da, önemli bir atlayıştı…
Aradan dört yıl geçti… Bu sporcunun bu, ‘Üsküdar’a Uçuş’ projesinden tekrar bahsedildiğini duymadık… Halbuki biz, kendisini Doğancılar Meydanında (koordinat olarak) elimizde çiçekle beklemeyi planlamıştık…!
*
‘Söylediğini unutmak/unutturmak’…son yıllarda sıkça karşılaştığımız bir davranış biçimi…!
Nasıl olsa, ‘arkasını arayan olmaz…unutulur gider…’…
Ingenuity Mars yüzeyinde (Kaynak: NASA/JPL-Caltech)
Mike Wall’ın space.com’da dün yayımlanan haberinde, Mars Helikopteri Ingenuity’nin 18 Eylül 2021’de gerçekleştirilmesi istenen 14.uçuş teşebbüsünün başarısız olduğu duyuruldu…! Bu başarısızlığın sebebi Mars’ın mevsim değişikliğine bağlı olarak, azalan atmosfer basıncı…
Ingenuity, normal şartlarda, rotoru dakikada 2530+ devir sayısına erişince havalanabilmekteydi… Bu son denemede devir sayısı dakikada 2800 devire yükseltildiği halde yüzeyden havalanmayı başaramadı…!
Halen, Ingeniuty’nin, servo motorlarında belirlenen bir arızanın teşhisi/giderilmesi ve Dünya ile iletişimin sağlanabilmesi için birkaç hafta süreyle uçuşlarına ara verilmiş durumda…
Marsın, yörüngesinde bulunduğu pozisyon sebebiyle, (Güneşin arka bölgesinde olduğu zaman) Dünya ile iletişim sağlanamamakta…
Christopher R. Moore’nin inverse.com’da 26 Eylül 2021’de yayımlanan haberinde, İncil’in, antik dönemde şehirleri yok eden bir göktaşı çarpmasından etkilenilerek yaratılmış olabileceği ileri sürüldü…!
Araştırmacılar, Orta Doğunun antik şehri Tall el-Hammam’ın, 3600 yıl önce, büyük bir göktaşı çarpmasına maruz kaldığını söylüyor… Yine bu iddia’ya göre, bu göktaşının hızı saate 61 000 kilometre kadardı…(Dünyanın çevresini bir saate, birbuçuk defa dolanacak bir hız…)
Bu göktaşı yerden dört kilometre kadar yukarıda patladı; yol açtığı şok dalgası Hiroshima’ya atılan atom bombasının gücünün bin katı kadardı…
Bu patlamaya doğru bakanların (insan, hayvan) gözleri, açığa çıkan çok yüksek şiddetli ışık sebebiyle, anında (muhtemelen) kör oldu…! (Hiç olmazsa, daha sonra olacakları görmediler…!)
Hava sıcaklığı aniden 2000 santigrad derecenin üzerine yükseldi…Çevredeki metal ve toprak malzeme erimeye başladı…; göktaşının düştüğü bölgedeki birden fazla şehir alevler tarafından yutuldu…!
Patlamanın yol açtığı şok dalgası saatte 1200 kilometre kadar olan hızıyla binaları, ağaçları yerle bir etti…Enkaz parçaları vadiye savruldu… Şehirde yaşayan 8000 kadar insan ve hayvandan kurtulan olmadı…
Bu şok dalgası saniyeler sonra, Tall el-Hammam’ın 22 kilometre uzaklığındaki Jericho’ya ulaştı…; bu şehir de yıkıldı ve temellerine kadar yandı…
Ürdün’deki Ölü Deniz (Dead Sea) kenarında, birkaç bin yıl önce yaşanan bu olay nasıl bilinebilmekte…?
Tall el-Hammam (Kaynak: NASA; inverse.com)
Bu bilgilere ulaşılabilmesi, onlarca kazı görevlisiyle, onbeş yıl süren zorlu kazılardan ve ABD, Kanada ve Çek Cumhuriyetinden iki düzine kadar bilim insanının malzeme analizi sonunda mümkün olabildi…! Yirmibir bilim insanı tarafından gerçekleştirilen bu araştırmanın sonuçları Scientific Reports adlı dergide geçenlerde yayımlandı…
Yıllar önce arkeologlar, antik bir şehir kalıntısını incelediklerinde 1.5 metre kalınlığında kömürleşmiş bir kül, ergimiş kerpiç ve seramik kapkacak (pottery) kalıntı tabakası ile karşılaştılar… Bu bulgular, bu kalıntı bölgesi şehrin devasa bir yangın ile yok olduğunun işaretiydi…
Arkeologların bulduğu bu yangın kalıntısı bir volkan, deprem veya savaş kalıntısına/yıkıntısına benzememekteydi…! Tüm bu tabiat (veya insan yapısı) olayları, metal ve seramik malzemede/araçlarda bu seviyede bir yıkıma (ergime, kömürleşme, buharlaşma,…) sebep olamazdı…
Bulunan bu delillerle uyumlu senaryoyu belirleyebilmek için, ‘Online Impact Calculator’ (kozmik çarpma etkilerinin detayını belirleyen bir araç) ekipmanını kullanan araştırmacılar, sonunda, bu antik enkaz alanının bir bir göktaşı çarpması sonunda oluştuğu sonucuna vardılar…
Görünen oydu ki, Tall el-Hammam’daki arkeolojik buluntular yeterince büyük bir göktaşının eseriydi…!
Araştırmacıların kazı bölgesinde belirledikleri maddeden biri ‘Şok Kuvarsı’ idi…Bu kuvars yapısı ancak, inçkareye 725 000 pound’luk (beş gigapascal) bir basınç altında oluşabilecek bir kristal yapısıydı…
Diğer bir bulgu ‘diamondoids’lerdi…; elmas-sertliğinde bir mineral yapısı…Yüksek basınca ve yüksek sıcaklığa ani olarak maruz kalan ağaç ve bitkilerin dönüştürüldüğü mikroskopik bir yapı…
Gerçekleştirilen laboratuvar deneylerinde, seramik ve kerpiç malzemenin sıvılaşabilmesi için 1500 santigrad dereceye kadar ısıtılmaları gerektiği belirlendi…
Kazı bölgesinde bulunan bir diğer madde ergimiş madde kürecikleriydi (tiny balls)… ‘Spherule’ adı verilen bu tozdan-küçük kürecikler, en az 1590 santigrad derecede buharlaştırılmış olması gereken demir ve kum tanecikleriydi…!
İlave olarak, seramik kapkacak parçalarının ve ergimiş cam maddenin yüzeyine gömülmüş, iridyum ve platin de içeren, ergimiş metal tanecikleri de belirlendi…Platinin ergimesi için 1768 santigrad derece, iridyum için ise 2466 santigrad derece sıcaklık gerekmekte…
Araştırmacılar, tüm bu deliller bir araya getirildiğinde, bu şehirde açığa çıkmış olan sıcaklığa volkan, savaş-yangını veya şehir yangını gibi olaylarla ulaşılamayacağını söylüyor… Geriye kalan tek doğa olayı ise kozmik bir çarpmaydı…!
Araştırmacılar, çevredeki yüz kadar yerleşim yerinin yaşanan bu yıkımdan sonra, neden birkaç yüzyıl boyunca terkedilmiş olduğunun halen açıklanamadığını söylüyor… Belki, toprakta açığa çıkan yoğun tuz tarım yapmayı uzun süre engellemiş olabilirdi… Bu göktaşı çarpmasıyla, Ölü Denizdan (Dead Sea) etrafa saçılan tuzlu su buharı bu vadide aşırı tuzlanmaya sebep olmuş olabilirdi… Atıyüz yılı bulan bir kuraklık döneminden sonra, yağmaya başlayan yağmurlarla yüzeyden akan tuzlu toprak tabakasından sonra, bölgede tarım (ve yerleşim) tekrar başlatılmış olabilir…
Bu yıkım olayının sözlü anlatımı nesiller boyunca aktarılarak, sonunda, İncil’e de ‘Sodom Felaketi’ olarak alınmış olabilir… (Kuran’da: Hicr Suresinde geçen: ‘Onları(Lut Kavmi’ni), doğu yönünden ‘sayha'(kuyruklu yıldız) yakaladı.’ayetiyle, ‘Lut halkını’ bir Kuyruklu Yıldızın yakaladığı zaten söylenmişti…! Neticede, atmosfere daldığında yeterince büyük enerjinin (basınç sıcaklık) açığa çıkmasına yol açabilecek bir gök cismi; bir meteor (asteroid parçası) veya bir kuyruklu yıldız…farketmez…!)
İncilde, Ölü Denizin kenarındaki bir yerleşim merkezine gökten kayaların ve ateşin düştüğü, birden fazla şehrin halkıyla birlikte yok olduğu söylenir…ki mümkün olabilecek bir tabiat olayı…; bir başka göktaşının/asteroidin (66 milyon yıl önce) tüm Dinozor neslini yok ettiği kabul edildiğinde…
Tell el-Hammam olayı, kozmik bir çarpma sebebiyle, kayda geçmiş ikinci ‘yerleşim-yeri’ yıkımıydı… Bir başka yerleşim yeri olan Abu Hureyra, 12800 yıl önce yıkıma uğradığı bilinen ilk yerdi…; bu olay, tarihte böyle bir yıkıcı olayın yazılı-kayıtlara geçmiş ilk örneğiydi…
Çok sık olmasa da insanlık tarihinde böyle olaylar yaşandı ve yaşanmakta…Gelecekte de yaşanması olası… 2013 Şubatında yaşanan Chelyabinsk olayı sadece bunun bir hatırlatmasıydı…!
Dış ve iç basında yer alan bir haberlere göre, iki pilot ‘tuvalete gitme’ ihtiyacı sebebiyle kokpitte tartıştı… Bu tartışma bir yolcu tarafından kaydedildi…!
Mahalli basında yer alan bir başka haberde ise, ‘sıkışan’ bir pilotun, apronda ‘hacet giderdiği’ duyuruldu…!
‘Hacet gideren’ pilot… (Kaynak: airporthaber.com)
SpaceX’in Dünya yörüngesinde dolandırdığı Dragon aracındaki Uzay Turistlerinin yaşadığı en büyük sıkıntının araçtaki tuvalet arızası olduğu söylendi…Bu tuvaletin havalandırma fanı arıza yapmış…!
Ay yörüngesinde dolandırılan Apollo Aracında yaşanan en büyük sıkıntının da, tuvaletin kullanımıyla ilişkili olduğu söylenmişti…Bu araçlarda hava tahliye imkanı mevcut olduysa da, bu işlem bir otomobil penceresini açmak kadar kolay değildi…
*
Apronda ‘hacet gideren’ pilotu fazla eleştirmemek gerekir… Siz, yakınlara bir seyyar tuvalet koydunuz da, pilot onu kullanmadı mı…? (Uçaklar yerdeyken, tuvaletlerini kullanmak sakıncalıdır…)
Neticede, pilotun bu hareketi, sadece, ‘atalarımızın’ ortak olduğunu gösterir…; başka bir şeyi değil…!
NASA-US Geological Survey ortak uydusu Landsat 9, United Alliance Firmasının Atlas V roketiyle, biraz sonra, SAAT (TSI) 21:12’de (18:12 GMT) Dünya yörüngesine gönderilecek…!
Inverse.com’da Jon Keley tarafından, 25 Eylül 2021’de yayımlanan bir haberde, uzayda aranan Kara Enerji’nin izinin Dünya üzerinde bulunmuş olabileceği duyuruldu…!
Fizikçilerin ‘Kara Enerji’ olarak adlandırdıkları enerji, Evrenin ‘şişmesinin’ (expansion) arkasındaki itici güç olduğu düşünülen enerji… ‘Kara’ (Dark) olarak nitelenmesinin sebebi, doğrudan gözlenememiş/ölçülememiş olması sebebiyle, nasıl oluştuğunun/ne olduğunun henüz anlaşılamamış olması…!
Bilim insanları, bu enerjiyi, ancak, uzay ve madde üzerine etkilerini gözleyerek tanımlayabilmekte…
Physical Review D dergisinde 15 Eylül 2021’de yayımlanan bir makalede, araştırmacıların bu Kara Enerjiyi belirleyebilmek için uzayın derinliklerine ulaşmalarının gerekmeyebileceği, bu enerjinin Dünya üzerinde belirlenebileceği ileri sürüldü… !
Gran Sasso Ulusal Laboratuvarında (İtalya) çalışan araştırmacılar, Kara Madde Parçacıkları ile Zenon (Xenon) gazı etkileşimini, dolayısıyla, Kara Madde (Dark Matter) etkileşimini belirlemek için, gerçekleştirdikleri XENON1T adlı bir deneyde, beklemedikleri bir durumu/sinyali belirlediler…
Kara Enerji , itici bir kuvvet olarak Evreni şişirir… (Kaynak: inverse.com)
Bu gruba dahil olmayan, araştırmacı Flippenko, gravitasyon (kütleçekimi) gökadaları birbirine doğru çekerek Evrenin şişmesini yavaşlatmaya çalışırken, Kara Enerji etkisiyle, Evrenin şişmekte olduğunun belirlenmesinin oldukça şaşırtıcı olduğunu söylemiş…
(Buradaki kaynak yazıda, Kara Enerjinin etkisinin ‘negatif-basınç’ (negative pressure) olarak nitelenmesi de dikkati çeken başka bir husus… Hem şişirecek, hem de negatif (basınç) olacak…; doğru bir niteleme mi…?)
Kara Enerjinin gravitasyonla çok az etkileştiği de ileri sürülen bir başka husus…
Evreni oluşturan maddenin %68’inin Kara Enerjiden oluştuğu söyleniyor… Yine, Evreni oluşturan maddenin %27’si ise Kara Madde…Normal-bilinen madde (kaya, gaz,toz, su,…) ise %5 kadarını oluşturmakta…
Bu araştırma grubunun başı olan, Hawaii Üniversitesinden Prof. Jeremy Sakstein ve onun araştırma grubu, özelliklerini bulundukları mahalli ortama göre ayarlayabilen, ‘chameleon parçacıklarının’ Kara Enerjinin oluşumunda rol aldığını düşünüyor…!
XENON adlı araştırma grubu, Haziran 202’de yaptıkları bir duyuruda, gerçekleştirdikleri bir deneyde, dedektörde, aşırı miktarda parçacık-elektron etkileşimi belirlediklerini, bu etkişelme seviyesinin tahminlerinin çok üzerinde olduğunu açıkladılar…
Ölçme hatası veya Güneş tarafından üretilen hipopetik aksiyon (axion) olasılıkları elendiğinde, araştırmacılar, Chameleon Teorisinin ön plana çıktığını düşündüler… ; bu aşırı etkileşmeye yol açan parçacıklar ‘chameleon’lar olabilirdi…!
Bir gölde 1988’de kaydedilen ‘Deprem Işımaları’. (Kaynak: Wikipedia)
‘Deprem Işımaları’ deprem fay hattı bölgelerinde veya volkanik aktivite bölgelerinde kara/su yüzeyine yakın olarak ortaya çıktığı ileri sürülen, bir ışıma…
Uzun bir süre, bu ışımaları gözlediğini ileri sürenlerin bu konudaki beyanları kuşkuyla karşılanmıştı…!
869’da meydana gelen Sanriku Depreminde kaydedilen ışımalar, ilk kaydedilen Deprem Işımalarından biriydi… Bu ışımalar genelde deprem olurken ortaya çıksa da, depremden önce veya sonra oluşan ışımalar da gözlendi… 1975’te meydana gelen Kalapana Depremi bunlardan biriydi…
Bu ışımalar Kutup Işımalarına (Aurora) benzer şekilde, genelde, beyaz veya mavimsi ışımalar olarak bildirildiyse de, daha geniş bir renk spektrumunda ortaya çıkanlar da gözlendi…
Bu ışımalar ın birçok saniyeden birçok on dakikalık bir süreye kadar görünebildiği de belirlendi… Kısaca, şimşek çakması gibi saniye kadar kısa süreli bir olay değildi…! (Çarpışan çakmak taşlarının kıvılcım/ışık saçması gibi değil…)
1930’d meydana gelen depremde gözlenen ışımanın, depremin merkez bölgesinden 100 kilometre kadar bir sahaya yayıldığı belirlendi…(Kutup ışığı benzeri bir yayılma..) 2008’de, Schuan’da meydana gelen bir depremde, Deprem Işımasının merkezden 400 kilometre kadar uzaklarda dahi gözlenebildiği bildirildi…!
2003’te meydana gelen Colima (Meksika) depreminde, deprem süresince, gökyüzünde renkli ışıma gözlendi… 2007’de, Peru’da meydana gelen depremde, deniz yüzeyinden yükselen ışıma birçok kişi tarafından kaydedildi…
2009’da L’Aquila, 2010’da Şili’de meydana gelen depremlerde ve 9 Nisan 2011’de Sakurajima Volkanının yol açtığı depremde de, bu ışıma olayları gözlendi…
Bu ışıma olayı, Yeni Zelanda’da, 1 Eylül 1888’de meydana gelen depremde de gözlendi ve kaydedildi…
Daha yakın tarihli kayıtlardan biri 24 Ağustos 2014’te, Sonomo County’de (Kaliforniya, ABD) ve 14 Kasım 2016’da Wellington’da (Yeni Zelanda) gerçekleştirildi…Gökyüzünde oluşan, şimşek-gibi mavi ışımalar birçok kişi tarafından kaydedildi…
Bir başka depremde, 8 Eylül 2017’de, birçok kişi, 740 kilometre uzakta meydana gelen bir depremden sonra, Pjijiapan ve Chiapas Şehirleri gökyüzünde (Mexico City, Meksika) bu ışımaları gözledi…
Deprem ışımaları genelde, ‘büyüklüğü’ (magnitude; şiddeti değil !) 5 veya daha büyük olan depremlerde gözlendi…Diğer taraftan, Sarı renkli ve küre şeklinde ışımaların gözlendiği de bildirildi…
Araştırmacılar, Deprem Işımalarının göründüğü zamana bağlı olarak iki gruba ayrılabileceğini söylüyor…
Bunlardan birinci gruba girenler depremin oluşumunun saniyeler öncesinden başlayarak, haftalar öncesine olan zaman sürelerinde ortaya çıkanlar…ve, genelde, deprem merkezine yakın bölgelerde görünenler…
Diğer grup ise, deprem-sarsıntısının yol açtığı gerilmeden (earthquake-induced stress) kaynaklı, merkeze yakın bölgede ortaya çıkan veya, deprem dalgasının (Wavetrain; özellikle de ‘S’ dalgasının) ulaştığı bölgelerde gözlenen, yine gerilme-kaynaklı ışımalar…
Bir deprem-oluşumu modeline göre, Deprem Işımasının kaynağı, yüksek gerilme altındaki dolomit (dolomite) veya ‘rhyolite’ gibi bazı kayaların parçalanması sürecinde ortaya çıkan ‘oksijenin oksijen anyonlarına iyonlaşması’ bu ışımaya yol açmakta… (Tüm ışımaların (foton açığa çıkmasının) kaynağının elektronun mevcut enerji seviyesinin azalması olduğunu belirtelim.)
İyonizasyonu takiben, kaya çatlaklarından ilerleyen (yükselen) iyonlar atmosfere ulaştıklarında, hava paketçiklerini iyonlaştırır… Oluşan plazma ortamında da ışıma gerçekleşir… Laboratuvar ortamında gerçekleştirilen deneylerde, yüksek basınç altında parçalanan kayaların içerdikleri oksijeni iyonlaştırdıkları gözlendi…
Araştırmacılar, oluşan ‘Fay Hattı’ açısının (kayaların kırılma düzlemi açısının) deprem ışıması oluşma olasılığını etkilediğini söylüyor…! Bu açı arazi yüzeyi düzlemine ne kadar dikse olasılık o kadar fazla…
Bir teoriye göre, granit gibi, kuvars-içeren kayaların tektonik hareketleri sebebiyle ve piezo-elektrik etkisiyle (sürtünme ile oluşan elektriklenme; elektronların açığa çıkması) yer kabuğunda yüksek güçlü elektrik alanları oluşabilmekte… Elektrik alanları da, elektron akımı demek…
Bilim insanlarının ileri sürdüğü bir başka olasılık ise, Dünyanın manyetik alanında meydana gelen mahalli değişimlerin, veya, tektonik-gerilmelere maruz kalan bölgeye yakın iyonosferin, ‘ionospheric radiative recombination’ süreciyle bu ışımalara yol açması…
Tüm bu araştırmalara rağmen, Deprem Işımalarının ‘doğrulanmış’ gözlemlerinin (henüz) mevcut olmadığı hususunda da karşı-görüşler mevcut…! Yine de bu konu halen bir araştırma konusu…! Bu konudaki araştırma makalelerinde de (henüz) ortak bir görüş mevcut değil…!
Anlaşılan o ki, Depremlerle-ilişkili olarak gözlenen ışımaların bir kısmının çok basit ve bilinen bir sebebi olabilir… Deprem anında bir Elektrik Trafosunun patlaması gibi…!
Ancak, parçaların kayaların elektrik (elektron) ürettiği ve bu sürecin bir ışımaya yol açabildiği de laboratuvar deneyleriyle kanıtlanmış bir gerçek…
Deprem Işımalarının, en azından ‘tek tip’ olmadığı anlaşılıyor…; farklı fakat ilişkili sebeplerden kaynaklanan ışımalar…
Bu saha, jeofizikçilerin biraz daha kafa yormaları gereken bir saha olarak görünüyor…
Spacedaily.com’da 22 Eylül 2021’de yayımlanan bir haberde, 28 Şubat 202’de, Slovenya’ya düşen göktaşının parçalarının bir kısmının bulunduğu duyuruldu…!
Bu göktaşının düşme anı görüntüsü…
Sabah saatinde gerçekleşen bu göktaşı düşme olayı Slovenya’nın yanı sıra İtalya, Hırvatistan, Avusturya ve Macaristan’dan da izlenmiş, birçok güvenlik, otomobil, bisikletçi,… kamerası tarafından da kaydedilmişti…
Bu göktaşı (asteroid parçası) atmosfere girdikten sonra birkaç patlama sesi duyuldu…; bu patlamalar (parçalanmalar) 3.5 saniye kadar süren ışımaya da yol açtı…(Atmosfere giren bir göktaşı, yüksek hızı sebebiyle, sonik patlamalara-şok dalgalarına-yol açar. Ayrıca, gerek ana kütlenin yüksek sıcaklık derecelerinde ısınması ve gerekse (10 milyon+ paskal basınç altında) parçalanma esnasında ortaya çıkan ani sıcaklık yükselmeleri sebebiyle ilave ışımalara sebep olur…; şiddeti sürekli değişen ve sonunda ani olarak sönen bir ışıma süreci…Işıması biten göktaşı, genelde gözden kaybolurken, arkasında, bir süre (birkaç dakika süresince) görünen, bir gaz/toz/su buharı izi (bulutu) bırakır…
Araştırmacılar, Slovnya’y düşen bu göktaşının atmosfere girerken, boyunun bir metre kadar ve 4 ton kadar bir kütlede olduğunu, daha sonra 17 parçaya bölündüğünü (şüphesiz belirlenebilen iri parçaları), bunlardan sadece 720 gram kadarının araziden bulunabildiğini söylüyor… Dört tonun sadece bir kilodan azı…! (Bu, arazide daha bulunacak başka parçaların da var olması demek…!)
Bu sitede de yeter kadar vurgulandığı üzere, göktaşları Güneş Sisteminin ilk ulaşım evresine ışık tutacak bilgiler içeren gök cisimleri…; bu sebeple önemli ve değerliler… (Ülkemizde de, son dönemde bir göktaşı satın alınan bir torba kömür içinden çıkmıştı…!)
Astronomlar, gelişmekte olan araştırma kabiliyeti sayesinde, düşen göktaşlarının izlediği yolu hassas bir şekilde belirleyebilmekte ve araştırma yapılacak arazi parçası makul bir sınır içine sokulabilmekte… Gerçekleştirilen bir ekip çalışmasıyla da, bu göktaşı parçaları, genelde, araştırılan araziden bulunabilmekte…(Şüphesiz, göktaşı parçası bir göle düşmemişse…)
Slovenya’nın şehri Novo Mesto yakınına düşen göktaşı, bilinen Kondürüit (Chondrite) tipinde…
Dr Denis Vida (University of Western Ontario) bu göktaşı için gerçekleştirilen arama çalışmasının sonuçlarını ‘Europlanet Science Congress (EPSC) 2021’ de (sanal ortamda) sundu…
Göktaşının bulunan bir parçası. (Kaynak: Denis Vida at al/Newsflash)
Kondrit meteoritler Dünyaya düşen ve bulunan götaşlarının %87’sini oluşturmakta…
Yakın geçiş. (Temsili) (Kaynak: Jarusalem Post; PIXIBAY)
Aaron Reich’in Jarusalem Post’ta 22 Eylül 2021’de yayımlanan haberinde, 68 metre kadar boydaki bir gök taşının 16 Eylül 2021’de, Dünya-Ay mesafesinin yarısı kadar bir mesafeden geçtiği duyuruldu…!
Bu olayı ilginç kılan husus, astronomların bu gök cismini bu nispeten-yakın geçişinden önce belirleyememiş olmaları…! Bunun sebebi de, bu gök cisminin gözlemcilere göre Güneş tarafından yaklaşmış olması…
NASA-destekli ‘Küçük Gezegen Merkezi’ (Minor Planet Center) tarafından 2021 SG olarak kaydedilen bu gök cismi ( asteroid parçası), ancak, yakın-geçişinden bir gün sonra belirlenebildi…!
‘Güneş yönü’ astronomlar için bir çeşit ‘kör nokta’…!
Güneşin güçlü ışığı bu yönden yaklaşan gök cisimlerini belirlemeyi zorlaştırmakta…Nitekim, 2013’te Chelyabinsk’te (Rusya) yaşanan meteor/meteorit olayı da bu yüzden, önceden belirlenememişti…
7 Eylül 2021’de yaşanan başka bir olayda, astronomlar, Güneş tarafından yaklaşan ve 2021 RS2 olarak kaydedilen, 3.5 metre kadar boydaki, bir başka gök cismini yakın geçişinden birkaç saat önce belirleyebildi… Bu gök cismi Dünyanın 15340 kilometre yakınından geçti…
Atmosfere girişte parçalanan bir göktaşı (Temsili görüntü). (Kaynak: Wikimedia Commons)
Göktaşları, içerdikleri maddeye de bağlı olarak, atmosfere girdiğinde değişik seviyede parçalanır… Kondirit tipinde olanlar kolayca parçalanırken, demir gibi metalce zengin olanlar ise yapısal bütünlüğünü büyük ölçüde korur… Dolayısıyla, yeryüzüne ulaşarak hasara yol açar…
Yeryüzüne ulaşabilen göktaşlarının en yakın örneği, Şubat 2013’te, Rusya’nın Chelyabinsk şehri üzerinde patlayan göktaşıydı…Binalarda hasara ve üç yakın şehirde 1500 kadar kişinin yaralanmasına yol açan bu göktaşının 600 kilogramlık bir parçası düştüğü gölgen çıkarılmıştı… (Halen müzede sergilenmekte.)
Dünya için tehlike yarattığı belirlenen *göktaşlarından en bilineni 9942 Apophis… 340 metre kadar boyda olduğu belirlenen bu gök cisminin bir sonraki yakın geçişinin 13 Nisan 2029’da olacağı biliniyor…Bu geçiş 32000 kilometre mesafeden olacak…
Dünya için tehlike oluşturan *asteroid ve göktaşlarını belirlemek için yeni gözlem kabiliyetleri geliştirilmekte ise de, bu gök cisimlerinin Dünyaya çarpmaya devam edecekleri de bir gerçek…! (*Boyu bir kilometreden küçük olanları asteroid olarak adlandırmamaktayız…!)
Bunların en yakın örneği, Arizona’ya 50 000 yıl önce düşen Barringer göktaşı…
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.