Rusya’nın ISS’ye kenetli olan aracı Soyuz (MS-22) insansız olarak geri getirildi…!
Bu araç, ISS’ye kenetliyken, soğutma sıvısı sızdırdığının belirlenmesi üzerine, kozmonotların geri getirilmesinde kullanılmamıştı… Bu araçla geri getirilmesi planlanmış olan kozmonot ekibinin geri dönüşü de Eylül 2023’e ertelenmişti…
Bu araç, içine Kargo malzemesi doldurularak, 28 Mart 2023 günü başarıyla geri getirildi…
Böyle bir kaza, 14 Ocak 2011’de kıl payı atlatılmıştı…!
Air Canada’ya ait bir Boeing 767’nin pilotu (Flight ACA878) , 95 yolcu ve altı kişilik uçuş ekibiyle, Toronto’dan Zurich’e (İsviçre) gerçekleştirmekte olduğu gece uçuşunda, karşısına aniden çıkan parlak ışığı, yaklaşmakta olan bir uçağın ışığı zannederek, olası bir çarpışmayı önlemek için, uçağını ani olarak dalışa geçirdi…!
Uçağın bu ani dalışı sebebiyle, uçaktaki yolcu ve mürettebattan onaltısı çeşitli yerlerinden yaralandı…
Daha da vahim olanı, pilotun/uçağın bu ani dalış manevrası esnasında, sadece bin fit (300 metre kadar) alttan geçmekte olan bir C-17 (ABD) askeri uçakla yaşanan çarpışma tehlikesiydi… Neyse ki, bu çarpışma yaşanmadı…
*
Bu pilotun gördüğü parlak ışık, gerçekte, Venüs gezegeniydi… Görünen o ki, pilotun astronomi bilgisi-eksikliği yaşanan bu olayda rol oynamıştı…!
Bu ‘Hasarlı Acil İniş’ 9 Haziran 2022’de, Williamsburg-Jamestown Airport yakınlarında (connecticut, ABD) meydana geldi…
Kalkıştan on dakika kadar sonra meydana gelen bir motor arızası sebebiyle, bu küçük Deniz Uçağının, yakındaki bir mısır tarlasına indirilmesi gerekti…! (Mısır tarlaları, acil inişler için, ayçiçeği tarlalarına göre daha uygundur…!)
Yerden henüz 600 metre kadar yüksekteyken meydana gelen bu Motor arızasından sadece kırk saniye kadar sonra gerçekleştirilen bu ‘tatlı-sert’inişte, gerek Öğretmen Pilot ve gerekse Öğrencisi yaralanmadan uçağı terketti…
Bu ‘yaratılmış-kaza’ 11 Eylül 2022’de, Fort Collins’te (Colorado, ABD) meydana gelmişti…; nispeten eski bir kaza… Burada hatırlamamızın sebebi, ‘unutulmaması gereken, belgeli bir uçuş-disiplinsizliği’ örneği olması…
Daha da ‘vahimi’, bu uçakta bir de Öğretmen Pilotun mevcut olması…!
Bu videodan da görüleceği gibi, gereksiz ve tehlikeli hareketler (‘Eşşek Şakası’) yapan pilot, sonunda uçağın (stol olarak) düşmesine sebep oldu… Neyse ki, Öğretmen ve Öğrencisi bu kazayı hafif yaralanmalarla atlattı…
Bu Sitede zaman zaman vurguladık…: ‘Öğretmen Pilotlar’ birçok kazanın sebebi…, en azından, ‘Seyircisi’ oldu…ve olmakta…!
Sayın Güneç Kıyak, T24’te, astronomi odaklı Bilim Haberleri/Yorumları yazmakta… (Özgeçmişi bu yazının sonunda.)
‘İki fotoğrafın hikâyesi’ başlığıyla yazdığı son yazısında, yine, Kara Delikleri konu edinmiş…
Sayın Kıyak,
‘Karadeliklerin varlığından şüphe duysa da, sonuçta Einstein’ın haklı olduğunu gördük. Ve eğer Einstein haklıysa, kara deliklerin bizlere söyleyeceği çok daha büyük sırları olacaktır’
...diyor.
Sayın Kıyak’ın yazısının devamı şöyle:
‘Bilim insanları, 1960’lı yılların başlarında, içinde yer aldığımız Samanyolu (Milky Way) galaksisinin kalbinde büyük kütleli bir nesnenin varlığından şüphelenmeye başladılar. Burada her ne varsa, etrafında kümelenmiş yıldızların ışık hızına yakın hızlarda dönmesine olanak sağlıyordu; görüntülenmesi de etrafında savrulan bu yıldızlar tarafından engelleniyordu. (Gerçekte, bu yıldızlardan, SgrA*’ya en fazla yaklaşabilen yıldız olan S2’nin yörünge hızının ışık hızının altmıştabirine yaklaşabildiği hesaplandı…; aşağıdaki Kaynak böyle söylemiş…:
(Given a recent estimate of 4.31 million M ☉ for the mass of the Sgr A* black hole and S2’s close approach, this makes S2’s the fastest known ballistic orbit, reaching speeds exceeding 5,000 km/s (11,000,000 mph, or 1⁄60 the speed of light) and acceleration of about 1.5 m/s2 (almost one-sixth of Earth’s surface gravity) …Wikipedia)
Bilim insanları başka uzak galaksilerin merkezlerinde de benzer oluşumların izlerine rastladılar. Dahası bu süper kütleli ama görüntülenmesi oldukça zor nesnelerin neredeyse tüm sarmal yapılı galaksilerin merkezlerinde bulunduğunu fark ettiler.
1974 yılında Amerikalı iki astronomun Samanyolu’nun merkezinde loş bir nokta dikkatlerini çekti. Bu nokta Yay Takımyıldızı içinde idi ve bu nedenle astronomlar Bruce Balick ve Robert Brown, bu nesneyi Sagittarius A (Yay A) olarak adlandırdılar.
Bilim insanları, buradaki loş aydınlığı tanımlamak üzere fizikte uyarılmış atomlar için kullanılan yıldız işaretini (*) de isme ilave ettiler. Böylece Samanyolu merkezinde keşfedilen bu yeni nesne (Sgr A*) ya da (Sgr-A-yıldız) olarak telaffuz edilir oldu.
Balick ve Brown bu keşiflerini Aralık 1974’te Astrophysical Journal’da yayınladılar.
Bu iki bilim insanı derin uzayın 26.000 ışıkyılı uzağına bakmışlar ve galaksimizin kalbini keşfetmişlerdi. Farklı teleskoplarla yaptıkları onlarca yıllık çalışma sonucunda Sgr A*’nın temel ölçümlerini; kütlesi, çapı ve Dünya’dan uzaklığı gibi parametreleri büyük bir doğrulukla hesapladılar.
Kara Delik Sgr A* ve EHT Sisteminin bazı teleskopları.
Sgr A*, yıldızların neredeyse ışık hızına (1/60 ?) yakın hızlarda hareket etmesinin temel kaynağıydı ve bunu yalnızca süper kütleli kompakt bir yapı sağlayabilirdi. Bilim insanları bu yapının bir kara delik olabileceğini düşündüler ama dolaylı kanıtlara sahip olmaları nedeniyle bunu dillendirmekten çekindiler.
Ancak temel sorun, Sgr A*’nın büyük hızlarla savrulan yıldızların arasından gerçek anlamda izlenemiyor olmasıydı. (Görünmesini engelleyen yıldızların hızları mıydı, yoksa, ışıkları mı…?)
Sgr A*, dört milyon (a yakın!) Güneş kütlesine sahipti; göreceli olarak küçük olduğundan yıldız engeli (neden ?) aşılamıyordu. Bilim insanları daha büyük kütleli bir kara delik keşfetme umuduyla çok daha büyük kütleli galaksilere yöneldiler.
M87 ve Sgr A* fotoğrafları
1781’de Fransız astronom Charles Messier, Dünya’dan yaklaşık 55 milyon ışıkyılı uzaklıkta parlak bir nesne keşfetmişti. (O tarihte, elbette, onun bu kadar uzakta ve başka bir gökada olduğunu olduğunu bilemezdi…!)
Bugün o nesnenin yüz milyarlarca yıldız içeren çok büyük bir galaksi olduğunu biliyoruz.
Bilim insanları, kaşifinin anısına Messier 87 veya kısaca M87 olarak adlandırılan bu galaksinin merkezinden çok yoğun bir radyo dalgası yayıldığını belirlediler. (Bu merkezde, bu yayıma sebep olan bir Kara Delik mevcut olmalıydı…’)
Yaklaşık 6,5 milyar Güneş kütlesinde olan bu canavar, kendisine yaklaşan her şeyi yutuyordu. Gezegenler, gaz ve toz ne varsa yutuluyor, hatta ışık bile kaçamıyordu. (Bir gök cismi değil…, adeta, bir ‘Devlet Bütçesi’…!)
10 Nisan 2019 tarihinde bilim dünyası ilk kez varlığı bir hayli tartışmalı olan bir kara delik fotoğrafı gördü. (Kara Delik denince, sadece ‘deliği’ değil, o yapının/sistemin bir parçası olan ve ışık saçan ‘Madde Toplama Diskini’ (Accretion Disc) de anlamak gerekir. ‘Kara Delik Fotoğrafı’ adlandırması bu bağlamda doğru…!)
Bu, M87 galaksisinin merkezindeki kompakt yapının fotoğrafıydı.
Kara Delik: M87
Bir ışık halkasıyla çevrili dairesel bir boşluğa benzeyen bu şey, bir kara delik silüetinin insan gözüne (EHT Teleskop Sistemi sensörlerine !) ulaşan ilk görüntüsüydü.
Ardından, 2022 baharında, gökbilimciler başka bir kara delik fotoğrafı daha ortaya koydular. Bu, daha önce görüntülenmesine çok uğraşılan Samanyolu’nun merkezindeki Sgr A* idi.
Bruce Balick ve Robert Brown tarafından ilk keşfinden yaklaşık 50 yıl sonra 12 Mayıs 2022’de uluslararası “Event Horizon Telescope (EHT)” ekibi, bulanık kırmızı ışık halkası içinde karanlık bir kuyu gibi görünen Sagittarius A*’nın ilk fotoğrafını Dünya’ya geçiyordu.
Messier 87’nin merkezindeki kara deliğin resmine oldukça benzeyen bu kırmızı-turuncu halka, ikinci kez evrende süper kütleli kara deliklerin gerçek olduğunun çok güçlü bir kanıtı olarak duruyordu.
Kara deliğin görünmezlik engelinin aşılarak Messier 87’nin ardından Sagittarius A*’nın bu görüntüleri, Event Horizon Telescope (EHT) ekibinin olağanüstü bir başarı hikayesi olarak bilim tarihine kaydedildi.
Event Horizon Telescope (EHT)
Event Horizon Telescope (EHT) projesi, Hawaii’den Güney Kutbu’na kadar Dünya’nın birbirinden olabildiğince uzak noktalarına konumlanmış bir dizi gözlemevinden oluşuyor.
EHT ağı içinde iki istasyon Güney Kutbu ve İspanya arasındaki mesafe neredeyse dünyanın çapı ile aynı; dolayısıyla bu gözlemevleri ağından oluşan EHT, Dünya büyüklüğünde sanal bir teleskop işlevine sahip.
EHT’nin bu olağanüstü iki kara delik görüntüsü, Hubble Uzay Teleskobu tarafından çekilen birçok muhteşem fotoğraf gibi tek bir anlık görüntü değildi; çok sayıda teleskoptan alınan veriyi tek bir görüntüde birleştiren bir sürecin ürünüydü.
EHT bünyesinde 200’den fazla bilim insanı, küresel bir işbirliği ile M87’nin kara deliğine bakarken toplanan beş petabayttan (5×1024 Terabayt) fazla veriyi iki yıl süresince sabırla işleyerek bu olağanüstü kara delik fotoğrafının oluşmasını sağladılar.
Biliyorsunuz, EHT başlangıçta galaksimiz Samanyolu’nun merkezindeki Sgr A* olarak adlandırılan süper kütleli kara deliğin görüntüsünü yakalamak için yola çıkmıştı. Ama öncelik M87’nin olmuştu.
Şimdi her iki kara deliğin de fotoğrafına bakıyoruz.
Kara delik fikri, bir fizik problemine matematiksel bir çözüm (tekillik) olarak geliştirilmiş olmakla birlikte gözlemlenebilmesi pek olası görünmüyordu. Genel Görelilik Kuramı ile onların (sonsuz küçük…sonsuz yoğun !) varlığını öngören Albert Einstein’ın bile (bunların varlığı ve gözlenebilirliği hususunda) şüpheleri olduğu söylenir.
Ancak doğa, insan aklının gerçeğe ulaşma çabasına kayıtsız kalmadı ve görünmez olduğu düşünülen bir büyük sırrını öğrenmemize izin verdi.
Karadeliklerin varlığından şüphe duysa da, sonuçta Einstein’ın haklı olduğunu gördük.
Ve eğer Einstein haklıysa, kara deliklerin bizlere söyleyeceği çok daha büyük sırları olacaktır!
Nafiye Güneç Kıyak, Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi (İÜ) Fizik Bölümü ve yüksek lisans eğitimini İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Nükleer Enerji Enstitüsünde tamamladı. Çalışma hayatına Türkiye Atom Enerjisi Kurumu- Çekmece Nükleer Araştırma ve EğitimMerkezi’nde araştırma reaktörü radyasyon güvenliği sorumlusu olarak başladı. Doktora sonrası Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu bursu ile Almanya-GSF (Gesellschaft für Strahlen- und Umweltforschung-München)’de “nükleer santraller çevre analizleri, radyasyon dozimetrisi, nükleer teknikler” alanlarında çalışmalarda bulundu. Yurda dönüşünün hemen ardından doçent ve daha sonrasında da profesör oldu.1996 yılında kurulan Işık Üniversitesi’nin kuruluş çalışmalarına katıldı ve çeşitli kademelerde görev alarak kurucu fizik bölüm başkanlığı, Fen Bilimleri Enstitüsü müdürlüğü görevlerinde bulundu. “Lüminesans Araştırma ve Arkeometri Laboratuvarı”nı kurdu modern fizik konularında lisans ve yüksek lisans dersleri verdi.2010- 2015 yılları arasında Işık Üniversitesi Rektörü olarak görev yaptı. Rektörlük süresini tamamlamasının sonrasında Feyziye Mektepleri Vakfı okulları CEO’su görevinde bulundu. Prof. Kıyak’ın uluslararası bilimsel dergilerde yayımlanmış çok sayıda bilimsel makalesi, yurtiçi ve yurt dışında sunulmuş 200 dolayında bilimsel çalışması bulunmaktadır.Ayrıca popüler bilim alanında üç kitabın yazarıdır: Aklın bilinmeyene yolculuğu: KOZMOS; Sırlar evrenine açılan kapı: KUANTUM ve Başlangıcın ötesi: ÇOKLU EVRENLER. 2019’dan bu yana T24 Haftalık’ta popüler bilim konularında yazılar yazmaktadır. Prof. Kıyak evli ve iki çocuk sahibidir.
Aşağıdaki ‘Haber Kaynağında’ yer alan bir haberin başlığı böyleydi…
Bu haberin başlığında geçen ‘Osmanlı zamanındaki burcunu…’ ifadesi dikkatimizi çekti… Osmanlı zamanında ‘Burçlar’ farklı mıydı…?
Meğer, o devirdeki ‘Burç Yorumlarından’ bahsetmekteymiş…
Bu haberin ‘yazarı’, bu haberine bir iddiayla başlamış…: ‘Osmanlı gökbilimcileri astrolojiye olan bakış açısını değiştirmiş…! Üstelik, çoğu kişi, bu gökbilimciler hakkındaki bilgilere hakim (de) değilmiş… (Böylece, bu haberle, ‘Milli Bilinçlenmeye’ önemli bir katkı da yapılmakta olduğu anlaşılıyor…!)
Bu haberde adı geçen (Padişah) Fatih Sultan Mehmet’ten…: ‘… yıldız hareketlerini burçlara göre yorumlayan gökbilimciler yetiştirilmiş…‘ biri olarak bahsedilmiş olması, söylendiği şekliyle, bu Sayın Padişahın kariyerine pek uygun düşmese de, bu haberin devamında, Osmanlı’nın ‘Eski Türk’ olarak nitelenmesi de, Sayın İ. Ortaylı’nın yorumu gerekecek bir husus olarak göründü…!
Haliyle, bu haber-yorumda ‘kopukluklar’ da oluşmuş…: ‘… Günümüzdeki astrolojinden farklı olan bu teşkilatta’.. derken, ‘ipin ucu biraz kaçmış’… göründü…!
Şüphesiz, bu haberde yer alan ifadeler, orijinal kaynak-dokümandaki/belgedeki ifadelerden farklı yorumlanarak yazılmış olabilir…
Bu haberin devamında, ‘Osmanlı Astrolojisinin’, bu haberin yazarıyla birlikte, ‘Astronomiden ve mantıktan’ koptuğu görülüyor…! Birkaç örnek verelim…:
KOÇ BURCU / HAMEL
Yörüngede yıldızların güneşe en yakın olduğu konum aralığına denir. Bu da 21 Mart ve 20 Nisan arasına denk gelir. Lider bir karakter enerjisi vardır.
BOĞA BURCU / SEVR
Katmanlar arasında en dayanıklı olan gücü temsil ettiği için Sevr vakti olan tarihler arasına denk gelir. Dünyalık her yükü kaldıran ancak aşka yenilir. 21 Nisan ve 20 Mayıs tarihleri arasında yer yüzünden gökyüzüne olan yükseliştir.
İKİZLER BURCU / CEVZA
Divan edebiyatında bile yer alan Cezva, yılın en tatlı ve güzel olduğu zaman katmanıdır. Bu yüzden 21 Mayıs ve 21 Haziran arasında doğanlar tatlı ve sempatiktir. Ancak gökte sıcaklık ve soğukluk karması karakteri fikirde dengesizleştirmiştir.
YENGEÇ BURCU / SERETAN
Gök katmanları arasında sıcaklığın artığı ve kıyafetlerde yeniliğe gidilir. 22 Haziran ve 22 Temmuz arasında doğanın sıcaklığına bağlı kişilerin gölgeye çekildiği söylenir. Bu katmanlar arasında doğanlar bu yüzden çekingendirler. Ancak aynı zamanda sıcakkanlı ve anaçlardır.
…
Merak eden okuyucu, devamı için, ‘Kaynak Habere’ bakabilir…
*
Memleketimizde yıllardır sürmekte olan (siyaset-kökenli) Sen-Ben Kavgası…ve Ekonomik Kriz yetmiyormuş gibi…, bir de Salgın Hastalık…, sonrasında da yaşanan Deprem Felaketi, sahip olduğumuz birçok değerin de kaybedilmesine (aşındırılmasına) yol açtı ve açmakta…
Gerçekte, konu ettiğimiz bu haber, ‘durumumuzu yansıtması açısından’ iyi bir örnek…
Ne Ana Dil… kaldı, ne mantık…, ne de, bunları ‘umursayan’…!
Elbette, ‘Astronomi’nin değil…, ‘Astroloji’nin gündemde olması (gündeme getirilmesi) boşuna değil…!
VHS 1256 b olarak kaydedilen bu gezegen 40 ışık yılı uzakta… (Kaynak: NASA, ESA, CSA, Joseph Olmsted (STScI)); scientificamerican.com)
Astronomlar, JWST ile toplanan veriyi kullanarak, sıcak, bulutlu atmosferi olan ve çift-yıldız etrafında dolanan büyük bir gezegen belirledi…!
Briley Lewis’in, scientificamerican.com’da bu hafta yayımlanan haberinde, bu gezegenin atmosferinde bol miktarda kum-tozunun da mevcut olduğu belirlendi…
Jüpiterin ondokuz katı kadar bir büyüklükte olduğu belirlenen bu ‘devasa’ gezegenin, çift-yıldızın yörüngesindeki bir dolanışının 10,000 yıl kadar süreceği belirlendi… (Bu gezegende yaşayanlar mevcut olsaydı…, onların, muhtemelen, ‘yıl’ gibi bir kavramları olmayacaktı…!)
Güneşe kıyasla, Plütonun bulunduğu mesafenin dört katı bir mesafeden dolanan bu öte-gezegen, JWST’nin, yıldız ışığından fazla etkilenmeden, belirleyebilmesi için uygun bir hedef olmuş…
Bu gezegende varlığı belirlenen silikat-içeren bulutların sıcaklığının 815 santigrad derece kadar bir sıcaklıkta olduğu ölçülmüş… (Benzer duruma, belki, patlayan volkanların atmosfere savurduğu yoğun toz bulutları içinde rastlanabilir… Bu yüksek sıcaklık ortamında, Ramazan Pidesi bile pişirilemezdi…!)
Astronomlar, bu gezegenin atmosferinde, ayrıca, su buharı, metan, karbon monoksit ve karbon dioksitin varlığını da belirlemiş… Güneş Sisteminin dışında, en fazla farklı molekülün birlikte belirlendiği ilk öte-gezegen…!
Aşağıdaki kaynakta yer alan bu habere göre, ‘Bir Şehri Yok Edebilecek Büyüklükte’ olduğu ileri sürülen bir ‘*asteroid’in Dünya-Ay arasındaki bir alandan geçeceği duyuruldu… (*Göktaşı demek daha doğru !)
Guardian’da yer almış olan bu haber için: ‘NASA için asteroitlerin teğet geçmesi yaygın olsa da’ (!)…(NASA’nın ‘sıkça olarak üfürdüğü’ kastedilmiş olsa gerek) ifadesiyle devam eden bu haberde, bu göktaşının boyunun 40-90 metre kadar olduğunun tahmin edildiği de belirtilmiş…
Yine bu haberde, bir ay önce keşfedilen ve 2023 DZ2 olarak kaydedilen bu göktaşının, yaklaşık 28 bin 000 km/s hızla Dünya’nın (68,000 km kadar) yanından geçeceği de vurgulanmış…
Avrupa Uzay Ajansı’nın Gezegen Savunma Şefi Richard Moissl, yaptığı açıklamada, “Bu ‘şehir katilinin’ Dünya’ya çarpma şansı yok, ancak yakın yaklaşımı gözlemler için harika bir fırsat sunuyor” demiş… (Bu yetkili, ‘Katil’ ifadesini, herhalde, toplumu göktaşları hususunda uyanık tutmak isteğiyle kullanmış olabilir…!)
Göktaşları, genelde, sahip oldukları yüksek hız sebebiyle, atmosfere daldıklarında parçalanır… Yeryüzüne ulaşabilen parçaları çok daha küçük olmakta… Dolayısıyla, uzay ortamındaki boyu 90 metre kadar olan bir göktaşının yeryüzüne mutlaka ulaşacak (ve ancak birkaç metre boyda olabilecek) parçalarının bir şehri yok etmesi olasılığı pek yok…
Bunun son ‘canlı’ örneği, 15 Şubat 2013’te düşen Chelyabinsk Göktaşı’ydı…
İç Basında yer alan bu haber dikkatimizi çekti…; özellikle de ‘Atmosferin Bir Kısmını Havaya Uçuracak'(!) ifadesi…
‘Geleneksel’ bir hale geldiği üzere, haberin kaynağı belirtilmemiş olduğundan, bu haberin orijinalinde geçen ifadeye (henüz) ulaşamadık ve bir doğrulama yapamadık…
Bu haber, astronom James Garvin’in ekibiyle birlikte gerçekleştirildiği bir araştırmaya dayanmakta…; Dünya için tehlikeli sayılabilecek dört yeni (?) asteroid belirlemişler…(Yine de, bu belirleme ‘Yerde’mi, yoksa, ‘Gökte’ mi yapıldığı hususu bu haberde açıklanmamış…! Ancak, haberin devamında, bu belirlemenin mevcut ‘Krater Kalıntıları’ üzerinde yapılmış olduğu anlaşılıyor…)
Dünya üzerinde mevcut olan ‘Göktaşı Kraterlerine’ dayanan bu araştırmaya göre, Dünyaya her altıyüz+ bin yılda bir (tehlike yaratan) göktaşı çarpması gerçekleşmekte…
Bu yeni araştırmada, ‘Göktaşı Çarpması Riskinin’ daha önce hesaplanandan daha (üç kat) büyük olduğu sonucuna varılmış…!
Böyle bir çarpmanın gerçekleşmesi durumunda, ‘kitlesel ölümlerin’ meydana gelebileceği de ileri sürülmüş…
Bu noktada, Sayın Araştırmacıların taşıdığı bu endişeye pek katılamadığımızı belirtelim… Henüz, elli bin kadar vatandaşımızı son depremde kaybetmişken, dün itibariyle, semtimizdeki ‘Kafeterya’lar tıklım tıklım doluydu…! Gökten (üst katlardan) gelecek bir tehlike pek ilgi sahamızda görünmedi…!
Bu arada, yayımlanan bu ‘Araştırma Sonuçlarına’ ihtiyatla yaklaşan Bilim İnsanları da mevcut olduğunu belirtelim…
*
Bu ‘Haberde’ geçen ‘Atmosferi Havaya Uçurmak’ deyimi, Bilim Dünyasına Bizden, ‘Küçük bir Katkı’ olsa gerek…!
Bunun yorumunu Sayın Prof. C. Şengör’e bırakalım…!
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.